31 Ara 2012

Ben bir kitap çılgınıyım


Bugün ne yaptıııım??
Harika üç kitap aldım. Şimdi efendim, bu haftaki kurs ödevimiz Haldun Taner Şişhaneye Yağmur Yağıyordu kitabını okumak. Kitabı temin etmek için çok sevdiğim bir kitapçıya gittim. Vefa'da Reşat Nuri Güntekin Tiyatro'sunun ara sokağında Labirent Kitabevi var. Yolunuz düşerse bir bakın. Hatta yolunuzu düşürün. Üç katlı ahşap bir bina. İçi kitaplarla dolu. Her taraf eski kitap kokuyor. Dalın kitapların arasına. Keyfinize bakın. Tavsiye ederim. Ve çok da uygun fiyata kitaplar. Öğrenci olmasam 'Abi bunlar antika kıymetinde. Ne 5 tl'si ne 2 tl'si.' diyeceğim ama öğrenciyiz işte. Boynumuz bükük.

Neyse. Gelelim kitaplara. Kapıdan girince ingilizce kitaplar var. Direk gözüme takıldı. The Tale Of Peter Rabbit. Beatrix Potter. İngilizce çocuk kitabı. Jo Rowling okuduğunu hatırladığı ilk kitap olduğunu söylemişti bir keresinde. Resimlerle kaplı sayfaları. Çok tatlı. İngilizcem yettiğince okuyup anlamaya çalışıyorum. Peter, Lawrence Anka adlı deneme kitabında anlattığı yaramaz yaban tavşanı Afolf'u anımsattı bana. Ama Peter Adolf gibi ürkünç değil çok tatlı (: Elimdeki The Tale Of Peter Rabbit 1995 basım.
Bir diğer kitap Peri Masalları Üzerine J.R.R. Tolkien imzası taşıyor. 1999 basım Altıkırkbeş Yayınevi. Görünce nasıl heyecanlandım. Üstüne abi 'başka basımı yok' deyince kendimden geçtim :D Harika bir kitaba benziyor. Okuduktan sonra düşüncelerimi yazarım. Kitaba el yazısıyla not düşmüş eski sahibi 08.04.2000 "densiz bilmece gibi düşünceler"
Ve son kitap Şair ve Yazarlarımız Nasıl Yazıyorlar? Hazırlayan iki isim A.Köklügiller ve İ.Minnetoğlu. 1974 basım Minnetoğlu Yayınevi'den çıkma. Ahmet Köklügiller tarafından Zühtü Bayas'a imzalanmış. Acaba nasıl oldu da geldi kitapçıya. Hatırası olan kitapları okumak ayrı bir heyecan benim için. Mehmet Kaplan önsöz yazmış. Daha bir kıymetlendi gözümde. Şöyle bir karıştırdım Selim İleri'nin gençlik fotoğrafı vardı. Saçlı hali yani (: Attila İlhan rahmetlinin gençlik halini görmek mutlu etti. Okuyup bitirince yine bahsederim burada. Güzel kitaplar değil mi?

Fotoğraftaki bir diğer nesne oda kokusu. Hem de vanilyalı!!!! Çok güzel. Seramik vazosuna az biraz sıvı kokusundan döküp çubukları içine koyunca odaya koku veriyor. Evdeki herkes bayıldı. Adana'daki odama da almayı düşünüyorum.
Apartmanımızın hemen önünde bir çınar ağacı var. Resimde dalları gözüküyor. Çınarımızı seviyorum. Bir de fotoğrafta pek gözükmese de evimiz Samatya sahilini görmekte efendim ((:
Neyse. Bu kadar yeter artık ders çalışmalıyım. Finaller başladı başlayacak.... Mutlu kalın!!

25 Ara 2012

Uzak Diyarlar



Pek sevgili okuyucu. İrlanda'ya gitmek istiyorum. Hani böyle elin ayağın bağlanır hiçbir iş yapasın gelmez. Hep mutsuzsundur. Ben yine öyleyim desem? Hayallere daldım yine. Hiç de çıkasım yok. Dün Bahçelievlere gitmek için evden çıkmak üzereyken içimde bir his hasıl oldu. Bir his demişken Naime Erkovan diye çok tatlı bir yazar var. 2011'de Beşinci Düğme adlı fantastik bir öykü kitabıyla yazın dünyasındaki yerini resmileştirmiş. Şimdi bu kitabı okuyorum. "Adım yok" adındaki öyküsünde insanların adlandıramadığı bir histen bahsediyor. İşte ben de bu hise ad veremedim ve iki sözcük döküldü:İrlanda'ya gitmek istiyorum. Ama ben paşa paşa Bahçelievlere gittim.

İrlanda 12 yaşımdan beri hayalimde olan iki ülkeden biri İrlanda. Diğeri de İngiltere. Ben hep kardeş iki ülke diye düşünürdüm ama birbirlerini pek sevmez imişler. Neyse. Nereden hasıl oldu 12 yaşında bu iki sevda. Tabii ki Harry Potter ((: Baykuş sevdamın kökeninde olduğu gibi. İrlanda'da geçen bir öyküm de var hatta. Nasip olur da giderim ins.
İrlanda masallar diyarı gibi benim gözümde. Bir prens bir prenses hayal ediyorsam İrlanda'nın yeşil pembe dağları lacivert denizi ve gök kuşağı ve tarihî şatoları....
Velhasıl güzel bir hayaldir.

Diğer iki hayal ülkem Japonya ve Güney Kore. Onlara bir daha ki yazıya değineyim ((:



16 Kas 2012

Kiraz çiçeği rengi kız ve Küçük adam



Kiraz çiçeği rengi kocaman hayalleri olan küçük bir kız varmış. Küçücük elleri büyük umutları olan.
Hayalleri uğruna vazgeçebilir mi aşktan? Yaptığı doğru olur mu?
Yüzünde hep güneş açmasını istermiş. Mutlulukla dans etmek denize karşı. Huzur bulmak. Oralarda uzakta bir yerde kendisini seven büyük adamı düşünerek huzur bulmak. Uzakta ama birbirine ait olmak. Ama küçük... Küçük ellerine kocaman sevdasını üfleyip sevdiğine gönderemezmiş...






Kahve kokulu gözleri olan adam küçük kızın hayallerinin büyüklüğünden korkmuş. Bencilliğinin ve kıskançlığın esiri olmuş. Büyük adam olup küçük kızın yanında durup destek olamamış. Küçücük buz gibi ellerini avuçları arasına alıp ısıtamamış. Şeker gülüşlerini çayına katamamış. Güneşe karşı dans edememişler.
Küçük kız çok ağlamış. Sevdiğinin küçük adam olarak kalmasına ağlamış...



Söyle küçük adam herkes gider mi?


23 Eki 2012

Sayonara hayallere

Yoğun bir güne uyanmıştı. Yoğun ve heyecanlı Sabah erken kalkmış, hakkında basılan gazete haberlerine göz atmış, internet ortamında yapılan olumlu olumsuz eleştirileri okumuştu. Sosyal medya tanıtım konusunda çok işe yaramıştı. Pencereyi açıp derin bir nefes aldı. Sevdiği şehrin sevdiği havası tenine değerken huzuru hissetti. Yıllardır hayalini kurduğu güne uyanmıştı işte. Aynada kendine baktı. Gülümsedi aynadakine. Annesi de aynadaki görüntüsüne bakıp gülümsüyordu. Büyük bir kıvanç vardı gözlerinde. Babası geç kalmayalımlar eşliğindeydi yine. Göğsü gururla inip kalkıyordu.

Arabada ilerlerken farklı bir his duydu içinde. Aldığı nefes bir koku eşliğinde kalbine doluyordu. Vanilya. Yıllardan sonra. Vanilya kokusunu durduk yere duymayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki. Vanilya, gerçekten o muydu?

Sevdiği şehirde sevdiği kitapçıdaydı. Ruksu'suyla gelip kitap kokusuyla huzura ermeyi, kitapların dünyasında kaybolmayı pek severdi. Nadide bir şaheserdi bu kitapçı. Ve şimdi bu kitapçıda masal gözlü kızdı.

Sıraya girmiş insanlar. Aralarında tanıdık çehreler gülümsüyor. Onlar da yıllardır bugünü beklememişler miydi?



İmzalar peş peşe atılıyordu. Aralarda küçük sohbetler. Tanışmalar, konuşmalar, şakalaşmalar. Ve küçük bir söyleşi. Bu yolu nasıl arşınladı da geldi bu konuma? Biraz bir şeyler anlatıyor kendince. Daha yolun çok başında. 


Sevmek, aşk bilmek bu işi.


Dünya bilmek kitapları. Galaksi, evren, kainat.


Hayallerin için aşkından bile vazgeçmelisin.

Aşktan vazgeçiş. Vazgeçmek zorunda bırakılma. Vanilya kokusuna eşlik eden bir kahve kokusu mu vardı?
Orada onu izleyen ve dinleyen tanıdık bir göz mü vardı?


Hüzünlü bir tebessüm vardı yüzünde. Gözleri kahve kokulu. Kalbinin ritmini bozan bakışlardı. Yıllardan sonra hala mı diye sordu kalbine. Ritimlerin cevabı deli doluydu.
Sözlerini tamamlayıp kahve kokulu gözlerin sahibine doğru ilerlemeye başladı. Gitmek istiyordu kahve kokulu gözler. Ama bırakmadı, bırakamazdı ki. Konuşmalıydı.

Merhabalaştılar çekingen tavırlarla. Kocaman adam ve kocaman kadın, daha dünün çocukları. Kalpleri hala çocuk kalbi. Tebrik etti, kahve kokulu gözler. Yıllar önce tahmin ettiği gibi yazar olmuştu işte masal gözlü kız.

''Senin sayende.''

Kahve kokulu gözler sayesindeydi. Hayallerini seçmesine zorlamıştı. Aşk ve hayalleri, seçim yapmak zorunda bırakmamıştı masal gözlü kızı. Kendisi seçmişti. Hayallerine göndermişti. Aşktan vazgeçmişti masal gözlü kız. Bu vazgeçiş isteyerek değildi elbet ama kahve kokulu gözler seçimini yapmıştı çoktan. Kurallar ve aşk mı, kurallardı.

Kahve kokulu gözler kurallarını seçerken, masal gözlü kız hayallerini seçmişti.




Şimdiyse birbirlerinin gözlerine bakıyorlardı. 

Tarifsiz bir kalp kırıklığı vardı ama bir yandan da...


Belki bir adımdı gereken kahve kokulu gözlerden.


Hiç bitmeyecek öyle değil mi? Kalpteki bu sızı, gözdeki bu yaş, hayallerdeki bu sevda?




Neden olmasın ki hayaller ve aşk bir arada...
Olur elbet, der olgunlaşmış kahve kokulu gözler.
'Aşk kadına yakışır, sevmek ise adama.' der.

Ve peri masalına dönüşür her şey.



Sayonara güzel hayallere!















20 Eki 2012

Kek

''Elemin lezzeti elzemdir.''

 Pasta yapmayı çok severim. Farklı tarifler denemek eğlenceli bir uğraştır benim için. Aslında pasta süslemelerine merak salmaktayım da incelikli işleri pek beceremediğimden daha başlayamadım.
Kek yapmak için mi yaratıldım diye sorgularım bazen :D Çünkü bir kek yapma düşüncesi oluşsa arkadaşlarım arasında geb yapar ya oluyor. Bir gün içerisinde üç kez kek yaptım desem? Artık kek mek yapmıcaaaam diye isyanın eşiğine gelsem de öyle bir şey olmadı elbet. Kek yapmak terapi gibi bir şey aslında. Sakinleşiyorum, ama bir yandan da stres oluyorum 'ya güzel olmazsa?'. Yaptığım stres boşuna elbette ((: Güzel olmazsa olmasın ne olacak sanki. Beni bilenler bilir hayranı olduğum bazı baharatlar vardır. Vanilya, tarçın, çikolata ve kahve.

Keklerimin vazgeçilmez iki aroması tarçın ve vanilyadır. Tarçın ve vanilyanın uyumu başkadır. Biraz tarçın varsa biraz da vanilya olmalı. Tarçın hüzünse vanilya umuttur. Hüznün ardından umut olmalı ki, elzem olan elem biraz çırpılıp pişirildikten sonra kek gibi harika bir lezzete dönüşmeli. Bazen de kekimi çikolatalı yaparım. Çikolata mutluluktur. Çikolatalı keke tarçın yakışır mı hiç? Mutluluğa hüzün yakışmaz değil mi ((: Kahveli keke tarçın koymaya da korkarım. Kahve tutkudur. Tutkuya hüzün eklenirse sonuç nasıl olabilir? İki aromanın birleşmesi ile hırs ortaya çıkarsa?.... Hiç gereği yok... Tarçın baskın bir baharattır, hüznün baskın bir duygu olması gibi. Dikkat etmek lazım, tarçının abartısıyla kek acı bir tat alabilir. Duygularımı lezzetlerle ifade etmeyi çok seviyorum ((: Vanilya kokulu umutlara, tarçın tanesi hüzünler serpip Melankolianım'la dertleşmeyi seviyorum. Çikolata kaplı mutluluklara, kahve çekirdeği tutkular ekleyip Bayan Sesî ile aşk dolu sohbetler yapmayı seviyorum. Biraz ondan biraz bundan biraz şundan. Hayat böyle değil midir? Tüm zorluklara rağmen yaşamayı seviyorum, mutlu olmayı seviyorum. Hayatımda bir şeyler eksik, kek yaparken beni daha da mutlu edecek bir şey ((:







12 Eyl 2012

Yazmazsam vampir olacaktım


Sabah 8.00
Bir nefes aldım. Pencereden dışarı baktım.
Baktım ama gördüğüm bugünün İstanbul'u değildi.
Şak şak şak. Zihnimde patlayan flaşlar.
İçim ürperdi, üşüdüm.
Bugün vampirella zamanı, dedim içimden.
Yazmazsam deli olacaktım.
Zihnimdeki görüntüler, sözcüklerle hayat bulmayı beklerken, yazmasaydım zihnimde eritilip tüm vücudumu saracaktı. Vampir zehiri gibi adeta. Tüm vücuduma titreme yayılacak, hücrelerim donacak, kan akışım olmayacaktı. Kalbim duracak, kana susayacaktım. Korktum.
"Ben vampir olmak istemiyorum." Bunu diyen ben değildim, Aydanur'du. Ben, benden geçmiş Aydanur olmuştum, Mihrinur, Tuğhan olmuştum. Mahinur, Şemsinur olmuştum.
Peki yazar olacak mıyım?
Güzel soru.
Çalışıp çabalayıp göreceğiz...
Haydi şimdi gidelim İstanbul sokaklarına, Samatya'ya...

***

Teoman dinlemek güzeldir sonbaharda...
Hele Vampirella yazarken ilaç gibidir...

Gündüz düşleriyle her an yanımdasın 
her güneş açışında, batışındasın


yaz yağmurlarıyla, güz yapraklarıyla 
gündüz düşlerimde beni seviyor 
yaz yağmurlarıyla, güz yapraklarıyla 
gündüz düşlerimde benim oluyor

1 Eyl 2012

Kısa kısa filmler

İzlediğim bazı filmlere kısa kısa değinmeden edemeyeceğim ((:


Her Çocuk Özeldir



Yine bir Aamir Khan filmiş. Heyecanla başladım filmi izlemeye. Başlangıcı çok eğlenceli, çok renkli. Tetris gibi, bilgisayar oyunu gibi başlıyor.
Heeeey, hayalgücü oldukça geniş bir çocukla karşı karşıyayız. İlerleyen sahnelerde disleksi hastası olduğunu öğreniyoruz. Ishaaan.
Yine çocuklar arasında şiddet.. Ama ben çok üzülüyorum. Çocuklar hiç kimseden şiddet görmesin! Of1 Uçurtma Avcısı ve Suskunlar geliyor aklıma. Neyse. Sakin.
İnsanların yarış atı gibi olduğu çok güzel vurgulanmış. Aamir Khan zaten boşu boşuna film yapmıyor. Filme mesajları çok güzel serpiştiriyor.
Asi sıtaylaaaa diye bağırdığım Fareli Köyün Kavalcısı sahnesi. Korku filmi gibi başladı bu sahneler :D
Disleksi bir çocuğun gelişimi, yeteneklerin önemli olması. Harika vurgular. Ve final, Ishaan'ın uçuşu... Merak ettiniz mi? O zaman hemen oturun ve izleyin ((:

Ye Dua et Sev


Okudum ardından izledim. İkisinde de ara ara sıkıldım. Doğruya doğru e ne yapayım? ((:
Steven'a çok gıcık oldum. 
''Çocuk sahibi olmak yüzüne dövme yaptırmak gibidir.'' Kadın iyi demiş. Tüylerim ürperdi.
***
''Kalmaktan daha zor olan bir şey varsa gitmektir.'' 
Zavallı Liz. Daha önce hiç Allah'a dua etmemiş.

Gökten düşmüşçesine bir yazı mı oldu? Elizabeth Gilbert boşanmasını ve benlik arayışını anlatıyor. Önce İtalya'ya gidim kilo alıyor, hazzı yaşıyor ama aşktan uzak durarak. Hindistan'a gidip Tanrı'sına yaklaşıyor, meditasyon yapıyor. Sonra Bali'ye geçiyor, Ketut'la vakit geçirirken aşkı buluyor. İnancı da, kendisini de.

-Avrupa'ya gitmeni istemiyorum.
-Ben de evli kalmak istemiyorum.
*Eşiyle aralarındaki konuşma.

Oruçken bu filmi izlemek saçmalık mı diye düşünmüştüm. Çünkü oruçtum ve nefis İtalyan yemeklerini, yıllarca aç kalmışçasına yiyordu. Hele Napoli'de pizza yiyişi....

İtalyanların bir şey yapmamanın güzelliğini tanımlaması harika. Bir İtalyan erkeği olsa, fena olmaz mı? Yok yok, ben yapamam o İtalyan yemekleriyle :D Çok kalorili :P

Kelimesini arayan kadın, çok güzel. Benim kelimem ne olabilir? Geveze. Çok makul.

Hindistan bölümünde çok sıkıldım! Meditasyon bana göre değil.. Ama Hint düğünü çok güzeldi.
Felipeeee. kalpkalpkalpkalp. Kitapta oldukça yaşlı hayal etmiştim ama filmde gayet hoştu. İzlemeye değer. Gerçekten. İtalya ve İtalyanca aşığı olacağınıza eminim ((:

Aşk Tarifi


Heyecanlıyım. Çok özel bir film olduğunu hissedebiliyorum.
''Öyle diyorsan öyledir şef.'
Mmmm canım mısır çekmişti izlerken. Normalde üzerine yazmak istediğim bir film seyrederken bir şey yiyemem ama bu kez çekmişti işte ((:

Kate'in yalnız olmasından hoşlanmadım /: Ama sonra yanına yeğeni geliyor ve hayatı değişiyor.
'Her şeyin olması gerektiği gibi olması.' Fazla prensip sahibi :D

Sevmekten, sahiplenmekten, sahip olmaktan korkuyor. Ben gibi.

Pavorotti eşliğinde yemek. Harika! Nicaholos. Kısaca Nick. Sevdim ((:

Ve Zoe. Hayat anlamında.

***
-İlginç bir şey öğrendin mi?
+Hayır
-İlginç olmayan bir şey öğrendin mi?
+Hayırç
-Öğretmenin nasıl?
+Kel.
***

Kendime benzetiyorum Kate'i. Daha da beteriyim belki de. Tatminkar değilim. Aptal ben! :D

Ve son.
Nick, Kate, Zoe's.
Çok tatlılardı. Mutluluk. Aşk. Sevdim. İzleyin ((:

Buz Prensesi


Casey çalışkan bir kız. Gayet feminist bir anne tarafından büyütülmüş. Annenin bazı fikirleri güzel. Kızı iyi olsun, en iyi okullarda okusun istiyor ama kızının hayallerinin olmasına hiç izin vermemiş. Ama şans Casey'e gülümsüyor. Hiç aklından geçmese de kader ağlarını örüyor ve hayal dahi kurmamışken artistik buz pateni yarışmalarına giriyor. Buz patenci harika bir kız oluyor ((: Hem zeki hem güzel hem yetenekli. İnekler sınıfındayken cool kızlar sınıfına atlıyor. Amerika'daki bu saçmasapan hiyererarşik okul sistemi bizim ülkemize de sıçrıyor yavaştan. Çok riskli. Gossip Girl'e fazla kaptırmamak lazım kendimizi... İki farklı anne modeli var. Daha fazla anlatmayacağım. İzleyin diyorum bu kadar :D


Twelve and Holding


Psikopatça bir film. Bu yazıyı yazdıktan sonra unutmak istiyorum. Zaten çocukların adını hatırlamıyorum.
Katil bir çocuk.
12 yaşında bir kız, küçük kadın edasında. Kocaman bir adamdan neler istedi, aptal.
Obezite bir aile. Anne oğlunun zayıflamasına acayip üzülüyor ve zayıflamasına engel olmaya çalışıyor.
Başka bir anne, bir kaza sonucu oğlunu öldüren çocukların ölmesini istiyor. Geride kalan oğlunu da nefretle büyütmeye çalışıyor.
Babasız bir kız. Baba figürünü aşkla harmanlayarak yabancı bir adamdan ilgi istiyor.
İzlenmesi gereken bir film. İç karartıcı ama, dikkatli olunuz ((:

***

Amelia'yı izliyordum yarım kaldı, Ölü Gelin'i izliyordum yarım kaldı. İkisini de bir daha internetten izlemeye çalışmayacağım gidip cidilerini alacağım. İnadım inat. İzleyeceğim sizi!

Benden bu kadar. Bir daha ki film eleştirisinde ya da film tanıtımında görüşmek üzreeeee!









26 Ağu 2012

Kapanışta açılırım

Ölüm.
Yarım ay gözlüklerindeki mavi bir yansımaydı benim için.
Hayal etmesi zor. Ama karşımdaydı işte.
Kalbimdeki sızılar, anka kuşunun gözyaşlarıyla diner mi?
Geride kalacak olanlar peki?
Ölüm.
Birçok hayat uğruna feda edilen gelecek.

Gözlerimi dolduran yaşlar, mavi gözleri hatırlatan melodilerle birleşiyor.
Anılar, geçmiş, gözümün önünde ilerleyen sahneler.
Ah ne çok şey gelmiş geçmiş.
Neler yaşanmış ya da yaşanamamış.
Belki de en çok can yakan kar beyazı'ydı.

Bir aynanın önünde geçirilen saatler, kurulan hayaller. Gerçek olmayacaklarını bile bile.
Bir günceyle geçirilen günler. Oyun olduğunu bile bile.
Yalanların peşinden, bir farenin ardından koşmalar. Doğrularla karşılaşmanın korkusu.
Şöhret mi anormallik mi sıradanlık mı? Tercihlerin hiçbir zaman kendi elinde olmayacağını bilme duygusu.
Korkular, bir daha birini, en yakınını, kaybetme korkusu. Zihnini bir başkasıyla paylaşmanın acayipliği.
Kaybediş. Yarım ay gözlüklerindeki mavinin günden güne solması. Onu kaybetmek, bu olamaz.
Kayboluş. Benliğinde, arkadaşlarının gözünde, insanların gözünde. Ama kazanma. Her şeye rağmen.

Ölümü seçiş, başkalarının hayatı uğruna. Korkma ilerle. Onlar senin yanında. Kapanışta açılırım.
Aşkından, dostlarından vazgeçiş. Onlar için.
Ama sonra. Zafer sevginin ve dostluğun. O sevgiyi bilmeyenin, yok olmaktan korkanın tüm gücüne rağmen ölmesi.

İki ölüm ne kadar da farklı. Biri adıyla yaşarken diğeri adıyla batıyor.

En zor olanı ayrılış. Ah bu müzik canımı öyle yakardı ki nolur hiç bitmesin, hiç ayrılmayayım hep orda kalayım. Ama olmuyor ki. Ah hayal dünyası...

Aslında aşkı, gerçek aşkı buradan öğrenmedim mi?


Aşkı, ölümü, dostluğu, sevgiyi, cesareti, fedakarlığı, kötülüğü, kaybedişi.
İnsanı insan yapanları, insanı insanlıktan çıkartanları.
Ama en önemlisi insanların ne kadar değerli olduğu.
Teşekkür ederim Jo, teşekkür ederim Al.


Ya şimdi tut elimden ya da bir daha söz etme özlemekten...

'



'Bazen dayanmaktır sevmek; hayat nereden vurursa vursun ayakta durabilmek… 
Bazen yaşamaktır sevmek; soluksuz ciğer gibi sevgisiz kalbin duracağını bilmek… 
Bazen ağırdır sevmek; sevdiğine layık olabilmek… 
Ve bazen hayattır sevmek; birini çok uzaktayken bile, yüreğinde taşıyabilmek ''
Özdemir Asaf





Hani kalbiniz sıkışır ya, heyecan değil aslında içinizdeki his. Acı gibi bir şey. Kalbimde mor ruhlu bir kuş. Can havliyle. Aklım geçmişe gitti. 15 yaşıma. Yüreğim Seni Çok Sevdi



Aşk ellerimin arasından kayıp gitti, umut rengi balonlarımın gökyüzüne uçması gibi.
Hayallerim vardı. Biz'dik. Tüm o sessizliğe rağmen, biz'dik.
Severek ayrılanlar demek canımı yakıyor.
Sahi seviyor mu?
Sevse böyle mi olurdu?
Seviyor muyum?
Sevsem böyle mi olurdu?

ben'li kelebek'te olduğu gibi küçücük bir nokta büyüse ve kocaman olsa. Alsa götürse beni senin kalbine. Doysam sevgine.


Kocaman bir aydınlık huzmesi
ve beni içine alıyor.
Geleceğe gidiyorum.
Sen'li geleceğe...
Mutluluğa gidiyorum.
Sen'li mutluluğa...


Bir zamanlar onun sevdiği şarkı. Hala sever mi bilmem.
ya şimdi tut elimden ya da bir daha söz etme özlemekten




22 Ağu 2012

Yüreğim Seni Çok Sevdi


Hani bazen geçmişin acısı dersin ya, öyle işte. Bir de geleceğin yangını. Ya şimdi? Şimdi, uçurumun kenarı gibi.


Bloglar arasında dolaşırken, yeni yazılar keşfine çıkmışken bir kitap tanıtımıyla karşılaştım ki... Hani kalbiniz sıkışır ya, heyecan değil aslında içinizdeki his. Acı gibi bir şey. Kalbimde mor ruhlu bir kuş. Can havliyle. Aklım geçmişe gitti. 15 yaşıma. Yüreğim Seni Çok Sevdi

Ne ağlamıştım. Canan Tan'ın okuduğum ilk romanıydı. Sonrasında Piraye, Eroinle Dans. Canan Tan. Aslında kalemini pek beğendiğimi söyleyemem. Ama Yüreğim Seni Çok Sevdi özeldir benim için.
Murat. Aslı. Ve hayallerim. Aşkları. Aslında şu an pek hatırlamıyorum roman nasıl başladı, aşkları nasıl başladı?... Ama nasıl bittiğini çok iyi biliyorum romanın da aşklarının da. Nasıl unutabilirdim ki? Ben böyle olmamalıyım, demiştim kitabı bitirdikten sonra. Ama galiba...

Murat ailesinin sözünden çıkamadı. Ailesiyle Aslı'nın arasında kaldı ve sonra ailesini seçti. Karşılıklı hataları vardı elbet. Çözülebilecek sorunlardı. Çözüm Murat'taydı. Erkek olup, aşık olup ailesine de söz dinletecekti Aslı'ya da. Kimseyi kırmadan. Aslı kadın olacaktı, aşık olacaktı Murat'a yardım edecekti, aileye saygı gösterecekti. Aile, aile olacaktı aşka saygı duyacaktı. Orta yol bulunacak, mutluluk sağlanacaktı. Ama oldu mu, olmadı.

Benim de olamadığım gibi.

Aslı Robin'le evlendiği zamanlar. Kiliseye gidip 'Ben burada ne yapıyorum camide olmak varken' dediği zamanlar çok etkileyiciydi. Vay be demiştim Canan Tan'a :D Neyse.

Aslı, aslında tam sevmemişti Murat'ı. Büyük bir aşkı, küçük bir kızın elinden balonu kaçırması gibi kaçırdı. Belki de Aslı için aşk bir oyundu ki elinden kaçırana dek. Ben de mi öyleyim, hayır.

Murat'ın kızına Aslım demesine öl bit ağla zaten.

Bir de beni Aşkın Kitabı çok etkilemişti. Jane Austen'ın hayatından bir kesiti anlatan film. Orada hayatının aşkını nasıl bulduğu, aşkı yaşayışları ve ayrılışları anlatılıyor. Ama hayatının aşkı ayrılmalarına rağmen başkasıyla evlenmesine rağmen kızına Jane adını veriyor. Ölmüştüm ağlamaktan. ''Hayır, hayır ben böyle olmak istemiyorum.''lar eşliğinde. Ve küçük Jane, Jane Austen'ın bir hayranı. Çok acı değil mi Jane Austen için. Genç yaşta ölüyor zaten. Yaşanır mı o acıyla... İzlenilesi bir film kesinlikle, tavsiyedir.




Garson boş fincanları almaya geldiğinde, Murat'ın cep telefonu çalıyor. Sözünün kesilmesine kızmış gibi, isteksizce açıyor. Ve o anda, ışık tomurcukları beliriyor gözlerinde, gülücükler sarıyor yüzünü...
    ''Kızım! Nasılsın bitanem?  Nasılsın Aslım?''
    Gerisini duymuyorum bile...
    ASLIM!!!
    Şu ana kadarki tüm sözlerinin toplamından kat be kat etkili bu sözcük, depremler salıyor yüreğime... Soluklarım damarlarımdaki kanın hızlı dolanımına yenik düşmüş... Bedenim amansız bir titreme nöbetinin pençesinde...
    Kızının adı Aslım! Benim adımı koymuş ona. Bu gerçeği beynimin hiçbir köşesine yerleştiremiyorum. İnanamıyorum bunu yapabildiğine...
    Telefonu kapatıp bana döndüğünde, gün ışığına çıkardığı örselenmiş duygularıyla benden kalır yanı yok.
    ''Evet'', diyor. ''Aslım, dedim ona! Her solukta özgürce Aslım, diye haykırabilmek için... Son nefesimi verirken de dudaklarımda adının olacağından eminsin artık, değil mi?''
    Geldiğimiz gibi sessizce, yaşadıklarımızın ve yaşayamayıp içimize gömdüklerimizin ezinciyle Çamlı Kahve'den ayrılıyoruz.
    Artık çok geç Murat! Çok geç...
    Yüreğim seni çok sevdi, demiştin. Fazlasıyla kanıtladın. Bu kadarını yapamadım ben. Yüreğimdeki sevgiyi yüreğime gömdüm.
    Senin adın da hep bende yaşayacak.
    Ama... Şairin de dediği gibi...



bir adın kalmalı geriye,
bir de o kahreden gurbet
beni affet,
KAYBETMEK İÇİN ERKEN,SEVMEK İÇİN ÇOK GEÇ...


Hiçbir aşkın geç kalmaması dileğiyle.

Seviyorsan git söyle. Ama'ları at bir kenara. İki kalbin aynı ritimde atması, aynı şarkıyı söylemesi yeter tüm ama'ları çöpe atmak için.
Seviyorsan git söyle, acele et.
Sevmek için geç olmasın.
Güç de olmasın...

15 Ağu 2012

Hüzün Kovan Kuşu

Filmler alemine dalmak istiyorum. Her gün birkaç tane film izlemek istiyorum ama olmuyor. Yine de güzel izledim. Sırası geldikçe burada paylaşacağım izlenimlerimi.

Bir vampir öyküsü üzerinde çalışmam gerekiyor ama elim gitmiyor. Sebebini gerçekten bilemiyorum. Korkuyorum başarısız olmaktan galiba.

Küçük öyküler üzerinde çalışıyordum ama artık onu da yapamıyorum. Hayal gücüm sıfırlandı sanki. Yazamıyorum. Üzgünüm. Kederliyim. Hüzünlüyüm.

.

Ama bu sebepsiz kederim niye? Savaşlar mı? Zulüm gören insanlar mı? Ülkedeki karışıklıklar mı?
Nasılsın diye sorsanız 'Nasıl olayım Türkiye gibiyim' derim galiba.

Akşamın karanlığında bir hüzün çöktü yine üzerime. Tarçın kokuyor her bir yan. Zaten birkaç haftaya kadar ayrılacağım odamdan. Onun hüznü de geldi çöreklendi üzerime.

Fonda da Eylem Aktaş şarkıları var.

Ne yapsam ki...



Özgür olmak istiyorum. Alsam elime küçük bir bavul, dünyayı gezsem. O kadar çok istiyorum ki. Geçen seneye kadar böyle bir isteğim yoktu. Bu sene özgürlüğün tadına baktım ya çatalın ucuyla, hayran kaldım. Ve Ye Dua et Sev'i okuduktan izledikten sonra, anladım ki benim ruhum gezgin. Bedenim olmasa da. Ve en büyük dileğim bedenimin de gezgin olması. Çok zor bir insanım çok da nazlı. Rezilliklere gelemem, farklı lezzetlere açık değilim ama ruhum gezgin ne yapayım.... Bedenimin de alışması gerekiyor. O da alışacak ve ben gerçekten bir gezgin olacağım. Peki ya aşk diyorum sessizce.


Bakıyorum, hüzün kovan kuşu gelmiş yanıma


.
Hüzün kovan kuşu gelmiş 
Gecenin yanağına konuvermiş 
Ay tenli aşık şarkıma karşılık vermiş 


Bugün biraz mazide yolculuk yaptım yeniden. Ortaokuldan bir arkadaşımla konuştuk biraz. Ayrılacağımız için ne kadar çok ağladığımı anlattı. Ben çok unutkan olmuşum. Hem aklım hem kalbim, ikisi birden. Edamı ne kadar çok sevdiğimi unutmuşum. Ama hatırladım. 

Ah geçmiş. Acılar, ağlamalar, sevinçler, kahkahalar, gülümsemeler, küsmeler, barışmalar, aşklar. Bak yine aşk dedim.

Bazen geçmiş geçmişte kalmıyor. Üzerini örttükçe örtüyorsun ama geçmişteki bir parçanın da üzerini örtüyorsun. En sonunda boğulacak oluyor ve canı yanıyor insanın.

Bugünlük bu kadar hüzün, efkar ve aşk yeter mi?

Aşk yetmez mi? O zaman hüzün kovan kuşu ol ve gel, olsun aşk.

4 Ağu 2012

Tiffany'de Kahvaltı


Nereden buldum inanın bilmiyorum ama Tiffany'de Kahvaltı'yı okumalıyım işte diye tutturmaya başladım. Ara tara aylarca bulamadım ama hiçbir kitapçıda. sonra tamamen aklımdan çıkmışken Rüv'ümle gittiğim D&R'da buldum. sağol, var ol D&R! Orijinal adıyla Breakfast at Tiffany. Truman Capote. Okudum ve bayıldım. Sonra neden filmini de izlemeyeyim dedim. Andrey Hepburn'un oyunculuğuna bayılacak mıyım diye düşünerek başladım izlemeye. Elbette ki bayıldım. Yani bu Audney Hepburn.. Film kitapla aynı başladı ve bu benim için çok önemli bir ayrıntıdır. Joe Bell'i filmde aradan çıkarmalarına biraz üzüldüm. yazar olan, kitapta adı pek geçmeyen Paul.


Kırmızı günlere bayıldım (: Mavi hüzündür diyor Holly ama kırmızı günler tam bir felaket. Günlere böyle renkler vermesi, kötü anılarını az da olsa yumuşatması çok hoş. Filmin sonuna kesinlikle bayıldım. Kitapta belirsizlikle bitmişti ama filmde Holly benliğini buluyor. 



Kitaplar neden hep kötü sonla biter ki? Okurlar vefalıdır ama izleyiciler öyle değil. Okurun hoşuna gitmese de mutsuz sonlar, anlayışla karşılarlar. Ama izleyiciler öyle mi? Yerden yere vururlar. Galiba ben de biraz öyleyim ve yazarlık yolunda olan birisi olarak nedense ben de genelde kötü sonlandırıyorum öykülerimi. Bunun üzerine çok düşünürsem kalbimdeki kederi gün yüzüne çıkaracağımı biliyorum. Kederimi çıkarmak için daha erken ama...


Ve filmden biraz replik. Konuşan Paul. Holly gitmeye karar verir ve dinleyelim Paul'u.
''Senin sorunun ne biliyor musun Bayan her kimsen? Sen korkaksın. Cesaretin yok. Hayatı olduğu gibi kabul etmekten bile korkuyorsun. İnsanlar aşık olur. İnsanlar birbirine ait olur. Çünkü gerçekten mutlu olabilmenin tek yolu budur. Kendine özgür ruhlu, vahşi diyorsun. Ve birisi seni kafese kapatacak diye korkuyorsun. Bebeğim sen zaten kafestesin. Kendi kendini kafese kapatmışsın.''


Ve Holly kafesinden kurtulur.

Herkesin bir kafesi vardır. Bazıları kendilerinden kaçar, bazıları ailesinden, bazıları dünyadan ve çeşitli çeşitli kaçışlar ve kafesler. Kafeslerimizden kurtulup özgür olabilmek ümidiyle.