26 Ağu 2012

Kapanışta açılırım

Ölüm.
Yarım ay gözlüklerindeki mavi bir yansımaydı benim için.
Hayal etmesi zor. Ama karşımdaydı işte.
Kalbimdeki sızılar, anka kuşunun gözyaşlarıyla diner mi?
Geride kalacak olanlar peki?
Ölüm.
Birçok hayat uğruna feda edilen gelecek.

Gözlerimi dolduran yaşlar, mavi gözleri hatırlatan melodilerle birleşiyor.
Anılar, geçmiş, gözümün önünde ilerleyen sahneler.
Ah ne çok şey gelmiş geçmiş.
Neler yaşanmış ya da yaşanamamış.
Belki de en çok can yakan kar beyazı'ydı.

Bir aynanın önünde geçirilen saatler, kurulan hayaller. Gerçek olmayacaklarını bile bile.
Bir günceyle geçirilen günler. Oyun olduğunu bile bile.
Yalanların peşinden, bir farenin ardından koşmalar. Doğrularla karşılaşmanın korkusu.
Şöhret mi anormallik mi sıradanlık mı? Tercihlerin hiçbir zaman kendi elinde olmayacağını bilme duygusu.
Korkular, bir daha birini, en yakınını, kaybetme korkusu. Zihnini bir başkasıyla paylaşmanın acayipliği.
Kaybediş. Yarım ay gözlüklerindeki mavinin günden güne solması. Onu kaybetmek, bu olamaz.
Kayboluş. Benliğinde, arkadaşlarının gözünde, insanların gözünde. Ama kazanma. Her şeye rağmen.

Ölümü seçiş, başkalarının hayatı uğruna. Korkma ilerle. Onlar senin yanında. Kapanışta açılırım.
Aşkından, dostlarından vazgeçiş. Onlar için.
Ama sonra. Zafer sevginin ve dostluğun. O sevgiyi bilmeyenin, yok olmaktan korkanın tüm gücüne rağmen ölmesi.

İki ölüm ne kadar da farklı. Biri adıyla yaşarken diğeri adıyla batıyor.

En zor olanı ayrılış. Ah bu müzik canımı öyle yakardı ki nolur hiç bitmesin, hiç ayrılmayayım hep orda kalayım. Ama olmuyor ki. Ah hayal dünyası...

Aslında aşkı, gerçek aşkı buradan öğrenmedim mi?


Aşkı, ölümü, dostluğu, sevgiyi, cesareti, fedakarlığı, kötülüğü, kaybedişi.
İnsanı insan yapanları, insanı insanlıktan çıkartanları.
Ama en önemlisi insanların ne kadar değerli olduğu.
Teşekkür ederim Jo, teşekkür ederim Al.


Ya şimdi tut elimden ya da bir daha söz etme özlemekten...

'



'Bazen dayanmaktır sevmek; hayat nereden vurursa vursun ayakta durabilmek… 
Bazen yaşamaktır sevmek; soluksuz ciğer gibi sevgisiz kalbin duracağını bilmek… 
Bazen ağırdır sevmek; sevdiğine layık olabilmek… 
Ve bazen hayattır sevmek; birini çok uzaktayken bile, yüreğinde taşıyabilmek ''
Özdemir Asaf





Hani kalbiniz sıkışır ya, heyecan değil aslında içinizdeki his. Acı gibi bir şey. Kalbimde mor ruhlu bir kuş. Can havliyle. Aklım geçmişe gitti. 15 yaşıma. Yüreğim Seni Çok Sevdi



Aşk ellerimin arasından kayıp gitti, umut rengi balonlarımın gökyüzüne uçması gibi.
Hayallerim vardı. Biz'dik. Tüm o sessizliğe rağmen, biz'dik.
Severek ayrılanlar demek canımı yakıyor.
Sahi seviyor mu?
Sevse böyle mi olurdu?
Seviyor muyum?
Sevsem böyle mi olurdu?

ben'li kelebek'te olduğu gibi küçücük bir nokta büyüse ve kocaman olsa. Alsa götürse beni senin kalbine. Doysam sevgine.


Kocaman bir aydınlık huzmesi
ve beni içine alıyor.
Geleceğe gidiyorum.
Sen'li geleceğe...
Mutluluğa gidiyorum.
Sen'li mutluluğa...


Bir zamanlar onun sevdiği şarkı. Hala sever mi bilmem.
ya şimdi tut elimden ya da bir daha söz etme özlemekten




22 Ağu 2012

Yüreğim Seni Çok Sevdi


Hani bazen geçmişin acısı dersin ya, öyle işte. Bir de geleceğin yangını. Ya şimdi? Şimdi, uçurumun kenarı gibi.


Bloglar arasında dolaşırken, yeni yazılar keşfine çıkmışken bir kitap tanıtımıyla karşılaştım ki... Hani kalbiniz sıkışır ya, heyecan değil aslında içinizdeki his. Acı gibi bir şey. Kalbimde mor ruhlu bir kuş. Can havliyle. Aklım geçmişe gitti. 15 yaşıma. Yüreğim Seni Çok Sevdi

Ne ağlamıştım. Canan Tan'ın okuduğum ilk romanıydı. Sonrasında Piraye, Eroinle Dans. Canan Tan. Aslında kalemini pek beğendiğimi söyleyemem. Ama Yüreğim Seni Çok Sevdi özeldir benim için.
Murat. Aslı. Ve hayallerim. Aşkları. Aslında şu an pek hatırlamıyorum roman nasıl başladı, aşkları nasıl başladı?... Ama nasıl bittiğini çok iyi biliyorum romanın da aşklarının da. Nasıl unutabilirdim ki? Ben böyle olmamalıyım, demiştim kitabı bitirdikten sonra. Ama galiba...

Murat ailesinin sözünden çıkamadı. Ailesiyle Aslı'nın arasında kaldı ve sonra ailesini seçti. Karşılıklı hataları vardı elbet. Çözülebilecek sorunlardı. Çözüm Murat'taydı. Erkek olup, aşık olup ailesine de söz dinletecekti Aslı'ya da. Kimseyi kırmadan. Aslı kadın olacaktı, aşık olacaktı Murat'a yardım edecekti, aileye saygı gösterecekti. Aile, aile olacaktı aşka saygı duyacaktı. Orta yol bulunacak, mutluluk sağlanacaktı. Ama oldu mu, olmadı.

Benim de olamadığım gibi.

Aslı Robin'le evlendiği zamanlar. Kiliseye gidip 'Ben burada ne yapıyorum camide olmak varken' dediği zamanlar çok etkileyiciydi. Vay be demiştim Canan Tan'a :D Neyse.

Aslı, aslında tam sevmemişti Murat'ı. Büyük bir aşkı, küçük bir kızın elinden balonu kaçırması gibi kaçırdı. Belki de Aslı için aşk bir oyundu ki elinden kaçırana dek. Ben de mi öyleyim, hayır.

Murat'ın kızına Aslım demesine öl bit ağla zaten.

Bir de beni Aşkın Kitabı çok etkilemişti. Jane Austen'ın hayatından bir kesiti anlatan film. Orada hayatının aşkını nasıl bulduğu, aşkı yaşayışları ve ayrılışları anlatılıyor. Ama hayatının aşkı ayrılmalarına rağmen başkasıyla evlenmesine rağmen kızına Jane adını veriyor. Ölmüştüm ağlamaktan. ''Hayır, hayır ben böyle olmak istemiyorum.''lar eşliğinde. Ve küçük Jane, Jane Austen'ın bir hayranı. Çok acı değil mi Jane Austen için. Genç yaşta ölüyor zaten. Yaşanır mı o acıyla... İzlenilesi bir film kesinlikle, tavsiyedir.




Garson boş fincanları almaya geldiğinde, Murat'ın cep telefonu çalıyor. Sözünün kesilmesine kızmış gibi, isteksizce açıyor. Ve o anda, ışık tomurcukları beliriyor gözlerinde, gülücükler sarıyor yüzünü...
    ''Kızım! Nasılsın bitanem?  Nasılsın Aslım?''
    Gerisini duymuyorum bile...
    ASLIM!!!
    Şu ana kadarki tüm sözlerinin toplamından kat be kat etkili bu sözcük, depremler salıyor yüreğime... Soluklarım damarlarımdaki kanın hızlı dolanımına yenik düşmüş... Bedenim amansız bir titreme nöbetinin pençesinde...
    Kızının adı Aslım! Benim adımı koymuş ona. Bu gerçeği beynimin hiçbir köşesine yerleştiremiyorum. İnanamıyorum bunu yapabildiğine...
    Telefonu kapatıp bana döndüğünde, gün ışığına çıkardığı örselenmiş duygularıyla benden kalır yanı yok.
    ''Evet'', diyor. ''Aslım, dedim ona! Her solukta özgürce Aslım, diye haykırabilmek için... Son nefesimi verirken de dudaklarımda adının olacağından eminsin artık, değil mi?''
    Geldiğimiz gibi sessizce, yaşadıklarımızın ve yaşayamayıp içimize gömdüklerimizin ezinciyle Çamlı Kahve'den ayrılıyoruz.
    Artık çok geç Murat! Çok geç...
    Yüreğim seni çok sevdi, demiştin. Fazlasıyla kanıtladın. Bu kadarını yapamadım ben. Yüreğimdeki sevgiyi yüreğime gömdüm.
    Senin adın da hep bende yaşayacak.
    Ama... Şairin de dediği gibi...



bir adın kalmalı geriye,
bir de o kahreden gurbet
beni affet,
KAYBETMEK İÇİN ERKEN,SEVMEK İÇİN ÇOK GEÇ...


Hiçbir aşkın geç kalmaması dileğiyle.

Seviyorsan git söyle. Ama'ları at bir kenara. İki kalbin aynı ritimde atması, aynı şarkıyı söylemesi yeter tüm ama'ları çöpe atmak için.
Seviyorsan git söyle, acele et.
Sevmek için geç olmasın.
Güç de olmasın...

15 Ağu 2012

Hüzün Kovan Kuşu

Filmler alemine dalmak istiyorum. Her gün birkaç tane film izlemek istiyorum ama olmuyor. Yine de güzel izledim. Sırası geldikçe burada paylaşacağım izlenimlerimi.

Bir vampir öyküsü üzerinde çalışmam gerekiyor ama elim gitmiyor. Sebebini gerçekten bilemiyorum. Korkuyorum başarısız olmaktan galiba.

Küçük öyküler üzerinde çalışıyordum ama artık onu da yapamıyorum. Hayal gücüm sıfırlandı sanki. Yazamıyorum. Üzgünüm. Kederliyim. Hüzünlüyüm.

.

Ama bu sebepsiz kederim niye? Savaşlar mı? Zulüm gören insanlar mı? Ülkedeki karışıklıklar mı?
Nasılsın diye sorsanız 'Nasıl olayım Türkiye gibiyim' derim galiba.

Akşamın karanlığında bir hüzün çöktü yine üzerime. Tarçın kokuyor her bir yan. Zaten birkaç haftaya kadar ayrılacağım odamdan. Onun hüznü de geldi çöreklendi üzerime.

Fonda da Eylem Aktaş şarkıları var.

Ne yapsam ki...



Özgür olmak istiyorum. Alsam elime küçük bir bavul, dünyayı gezsem. O kadar çok istiyorum ki. Geçen seneye kadar böyle bir isteğim yoktu. Bu sene özgürlüğün tadına baktım ya çatalın ucuyla, hayran kaldım. Ve Ye Dua et Sev'i okuduktan izledikten sonra, anladım ki benim ruhum gezgin. Bedenim olmasa da. Ve en büyük dileğim bedenimin de gezgin olması. Çok zor bir insanım çok da nazlı. Rezilliklere gelemem, farklı lezzetlere açık değilim ama ruhum gezgin ne yapayım.... Bedenimin de alışması gerekiyor. O da alışacak ve ben gerçekten bir gezgin olacağım. Peki ya aşk diyorum sessizce.


Bakıyorum, hüzün kovan kuşu gelmiş yanıma


.
Hüzün kovan kuşu gelmiş 
Gecenin yanağına konuvermiş 
Ay tenli aşık şarkıma karşılık vermiş 


Bugün biraz mazide yolculuk yaptım yeniden. Ortaokuldan bir arkadaşımla konuştuk biraz. Ayrılacağımız için ne kadar çok ağladığımı anlattı. Ben çok unutkan olmuşum. Hem aklım hem kalbim, ikisi birden. Edamı ne kadar çok sevdiğimi unutmuşum. Ama hatırladım. 

Ah geçmiş. Acılar, ağlamalar, sevinçler, kahkahalar, gülümsemeler, küsmeler, barışmalar, aşklar. Bak yine aşk dedim.

Bazen geçmiş geçmişte kalmıyor. Üzerini örttükçe örtüyorsun ama geçmişteki bir parçanın da üzerini örtüyorsun. En sonunda boğulacak oluyor ve canı yanıyor insanın.

Bugünlük bu kadar hüzün, efkar ve aşk yeter mi?

Aşk yetmez mi? O zaman hüzün kovan kuşu ol ve gel, olsun aşk.

4 Ağu 2012

Tiffany'de Kahvaltı


Nereden buldum inanın bilmiyorum ama Tiffany'de Kahvaltı'yı okumalıyım işte diye tutturmaya başladım. Ara tara aylarca bulamadım ama hiçbir kitapçıda. sonra tamamen aklımdan çıkmışken Rüv'ümle gittiğim D&R'da buldum. sağol, var ol D&R! Orijinal adıyla Breakfast at Tiffany. Truman Capote. Okudum ve bayıldım. Sonra neden filmini de izlemeyeyim dedim. Andrey Hepburn'un oyunculuğuna bayılacak mıyım diye düşünerek başladım izlemeye. Elbette ki bayıldım. Yani bu Audney Hepburn.. Film kitapla aynı başladı ve bu benim için çok önemli bir ayrıntıdır. Joe Bell'i filmde aradan çıkarmalarına biraz üzüldüm. yazar olan, kitapta adı pek geçmeyen Paul.


Kırmızı günlere bayıldım (: Mavi hüzündür diyor Holly ama kırmızı günler tam bir felaket. Günlere böyle renkler vermesi, kötü anılarını az da olsa yumuşatması çok hoş. Filmin sonuna kesinlikle bayıldım. Kitapta belirsizlikle bitmişti ama filmde Holly benliğini buluyor. 



Kitaplar neden hep kötü sonla biter ki? Okurlar vefalıdır ama izleyiciler öyle değil. Okurun hoşuna gitmese de mutsuz sonlar, anlayışla karşılarlar. Ama izleyiciler öyle mi? Yerden yere vururlar. Galiba ben de biraz öyleyim ve yazarlık yolunda olan birisi olarak nedense ben de genelde kötü sonlandırıyorum öykülerimi. Bunun üzerine çok düşünürsem kalbimdeki kederi gün yüzüne çıkaracağımı biliyorum. Kederimi çıkarmak için daha erken ama...


Ve filmden biraz replik. Konuşan Paul. Holly gitmeye karar verir ve dinleyelim Paul'u.
''Senin sorunun ne biliyor musun Bayan her kimsen? Sen korkaksın. Cesaretin yok. Hayatı olduğu gibi kabul etmekten bile korkuyorsun. İnsanlar aşık olur. İnsanlar birbirine ait olur. Çünkü gerçekten mutlu olabilmenin tek yolu budur. Kendine özgür ruhlu, vahşi diyorsun. Ve birisi seni kafese kapatacak diye korkuyorsun. Bebeğim sen zaten kafestesin. Kendi kendini kafese kapatmışsın.''


Ve Holly kafesinden kurtulur.

Herkesin bir kafesi vardır. Bazıları kendilerinden kaçar, bazıları ailesinden, bazıları dünyadan ve çeşitli çeşitli kaçışlar ve kafesler. Kafeslerimizden kurtulup özgür olabilmek ümidiyle.