8 Eki 2014

Film Seçkisi

Bir yemek blogunda Nigel Slater'ın ismini ve Toast filmini görmüştüm. Hemmen izledim tabii. Ardından da Julia&Julie'yı izledim. Oldukça keyifliydi (:

Toast



Film afişini görmemiştim. Filmde Helena Bonham Carter'ı görünce çığlık atabilirdim ki gecenin bir vakti olunca kendimi tuttum :D

Yemek yapmaktan hiç anlamayan bir anne, sinirli bir baba. Küçük Nigel ise lezzetli yemeklerin farklı lezzetlerin peşinde. Annesi yemeği yaktığında ekmek kızartıp üzerine tereyağı sürüp çayla birlikte yiyorlardı. Prenses Diana'nın hayatını anlatan bir film izledim dün. Orada Leydi Di yemek yapmakla uğraşmayıp kızarmış ekmek ve tereyağı yiyordu. Geleneksel lezzet gibi bir şey diye düşündüm. Toast filminden sonra ben de ekmek kızartmaya başladım ama tereyağı pek sürmedim üzerine. Canan Karatay her ne kadar çok sağlıklı dese de :D

Nigel'in annesi vefat eder, eve gelen temizlikçi Mrs. Potter erkeğin kalbine giden her yolu dener ve başarılı olur. Ev işleri ve yemek konusunda mükemmeldir. Nigel ve Mrs. Potter arasında bir çekişme yaşanır, babayı paylaşamama gibi. Ay adam yedikçe yedi, şişti çıktı. Sonra öldü ya, çok yemekten öldü bence :D

Yemek yapamayan anne, babasının kalbine yemek yaparak ulaşan üvey anne Nigel'in yemeğe olan merakını arttırdı ve dünyaca ünlü bir aşçı oldu. Ama biz 17-18 yaşlarına kadar ki hayatını izliyoruz filmde. Sonrası yok.


Şu limonlu turta ne acayip ne kocaman ne lezzetli görünen bir şey! Her bir tatlı, pasta çok leziz gözüküyordu. İştah açan bir film! (:


Julie&Julia



Julie'da biraz kendimi bulduğum doğrudur. Yarım kalmış bir romanın yazarı olduğunu söylüyor. Başladığı işleri yarım bırakmaktan bıkmış. İşte bundan dolayı. Yemeklere ve yemek yapmaya çok düşkün. Ben onun kadar değilim tabii! (: Ve Julia Child hayranı. Julia'yı bu filmle tanıdım tabii ki.

Julia yemek yapmasını çok sonradan öğreniyor, ben de yemek kursuna gitmek istiyorum. 
Julia'nın da Julie'nın da eşleri çok anlayışlı, ilişkileri çok tatlı. Ah ne güzel dedim çoğu zaman.

Yemek yapmak, kitap yazmak, bir amaç edinmek ve hayallere sıkı sıkı sarılmak ve vazgeçmemek. En sevdiğim tarz filmler! (:



Çok tatlılar ♥ ♥ 


Çikolata


Kuzey rüzgarları tutucu bir Fransız kasabasına götürür Vianne ve Anouk'u.
Gittiği her yere çikolata ve güzellikler götürür Vianne. Ve huzur.
Tutucu ve radikal ve hayattan hiç zevk almayan kasaba halkını değiştirmesi konu alınır.

Vianne melez bir kadın. Annesi Meksikalı bir yerli. Babası Meksika'da kakaonun farklı hallerini keşfediyor. Annesi Vianne'ı alıp dünyayı dolaşmaka Kuzey rüzgârlarının götürdüğü yere gitmeye başlıyor. Vianne da kızıyla aynısını yapıyor. O rüzgâr sahneleri ne kadar da güzeldi.

Sonra filme Johnny Deep şahaneliği giriyor (: Güzel eğlenceli sessiz sakin bir film. Bol çikolatalı. Tavuğa ete bile çikolata dökmek baya bir abartıydı ya neyse...



Sky and Sea (Ocean)



Na Ra akıl yaşı 6-7 yaşlarında olan bir genç kızdır. Müzik dehasıdır ve sayılarla-tarihlerle arası çok iyidir. Ailesini bir kazada kaybeder ve kimsesiz kalır. Jyu İn karşı komşusu, Ah In pizza teslimatçısı. İkisini de arkadaşları olarak görür. Oysa ikisinin de bundan hiç haberi yoktur. Sonra olaylar gelişir ve ayrılmaz üçlü olurlar. Aslında çok şeker bir filmdi ama biraz daha iyi işleselerdi daha güzel olabilirdi. Hatta dizi bile yapabilirlerdi. Hani bir şeyler oldu ama kopuk kaldı. Çekim kalitesi filan çok güzeldi. Na Ra'nın evi mükemmeldi. Baya para harcamışlar gibime geldi. O kadar para harcadınız bari düzgün bir şey yapın da tadından yenmesin. Na Ra keman dehası ama ailesinin ölümünden sonra çalamıyor. Sonra Jyu In sayesinde yeniden çalmaya başlıyor. Dostluk, hayal gücü, müzik. Benim sevdiğim tarzda bir filmdi. Hedefe ve hayallere ulaşmak gibi (: Sonu çok güzeldi ama o ipuçlarını kim bıraktı niye bıraktı, o restoranı nasıl açtılar hiç anlamadım. Bence dizi yapsınlar da izleyelim. A söylemedim di mi Kore filmi (: yeppudaa'dan izledim ben.




Steins;Gate: Fuka Ryouiki No Deja Vu



yeppudaa'dan izledim yine. Çok karışık bir animeydi. Zaman sıçramaları filan. Bence bu animede de boşluklar vardı. Bir de japonların ne kadar rahat insanlar olduklarını bir kez daha anladım. Ayıp denen bir şey var yahu! Yani pek beğenmedim. Ama mikrodalga fırınla zamanda sıçramalar yapma fikri çok hoşuma gitti :D


Diana




1997'de vefat etmiş Leydi Di. Ben 4 yaşındayken. Geçmişini silen ben, geçmişine dair pek bir şey hatırlayamayan ben Leydi Di'nin ölüm haberlerini hatırlıyorum :D Çok ilginç. İngiltere'ye hayranlığım bence 4 yaşıma dayanıyor, Leydi Di'ye. Dün filmini izledim. Eşi Prens Charles hiç gösterilmiyor. Çocukları Prens Harry ve Prens William uzaktan öylesine gösteriliyor. Film daha çok Hasnat Khan'la ilişkisine dair. Ve yardımlarına dair. Bosna'ya, Pakistan'a, Afrika'ya başka başka yerlere gidip acıları paylaşması, yardım faaliyetlerinde yer almalarını da göstermiş. Gerçeklerden uzak kalan yerler elbette var. Yani vardır, varmış. Ama yine de Leydi Di'ye biraz daha yaklaşmış hissettim. Hoşuma gitti. Sadece kurgu olduğunu bilerek izlesem de o hissiyat Leydi Di samimiyetini hissettim. Kalplerin prensesi... Mevlana'dan ve Kur'an-ı Kerim'den alıntılar çok güzeldi. Ama Mevlana'yı İranlı şair olarak tanıtmalarından hoşlanmadım.



Ölüm Oyunları-Avcı-Raşomon

Uzun zamandır yazmak istediğim bir yazıydı. Demlenmesini istedim zihnimdekilerin.Bekle bekle olmadı. İstanbul'a gidince hiç yazamam dedim ve başladım işte (: Her şey tam hissedince yeniden yazarım ben de!





Altın Koza bünyesinde bir söyleşiye katıldığımı söylemiştim. Orada Osman Şahin'i tanıdım. Ölüm Oyunları kitabını aldım. Ve okudum. Şahaneydi öncelikle. Beş öyküden oluşuyor. İlk öykü bir kan davası mağduru. Betimlemeler, ölüm yolundaki ilerleyişi çok güzeldi. Son öykü bir haydutun hikayesi. Davul zurna karşısında oynamayı seven bir haydut. O da güzeldi.

Ve benim en sevdiğim ise Çolak Osman ile Zala'nın hikayeleri.
Zala bir yörük kızı. Çolak Osman Ağa Balkanlarda Osmanlıya baş kaldırmış bir bey. Toroslara sürgün edilir. Bir yörük aşireti beyinin kızı olan Zala ile evlenir. Aralarında baya bir yaş farkı vardır. Zala dünya güzelidir. Ailesini görmek ister, Çolak Osman da Zala'yı ailesinin yanına Boltar dağlarına götürmek için yola koyulur.

Kitapta hikayelerinin üç farklı versiyonu yer alır.

İlkinde bir avcıyla karşılaşırlar. Avcı kötücüldür. Osman Ağa'yı kandırır, kuyuya atar. Zala'ya zorla sahip olur. Zala oyunla avcıyı da kuyuya atar. Bakar ki kocası ona suçlayarak bakar. Zala kocasını da orada bırakır kaçar.

İkincisinde bir çobanla karşılaşırlar. Zala çobanı önceden tanır çıkar. Zala istekle çobana yaklaşır. Osman Bey uyandığında hallerini anlayınca ikisini de öldürür. Osman Bey Zala'nın babasına her şeyi anlatır, Zala'nın ölüsünü götürür. Aşiret beyi de Zala yerine bir başka kızını Osman Ağa'ya verir.

Üçüncüsünde karşılaştıkları çoban Zala'ya zorla sahip olur. Osman Bey karısına acır, suçlamaz. Çobanı öldürür. Ama Zala utanç duygusuyla kocasından kaçar kendini dağlara vurur. Osman Ağa da peşinden düşer dağlara. İkisini de bir daha duyan gören olmaz. Hayaletlerini gördüklerini iddia edenler olur.



Osman Şahin bu öykülerini senaryoya çevirir ve Erden Kıral, 'Avcı' adını vererek filmi çeker. Malesef tamamını izleyemedim. İnternette düzgün bir paylaşım bulamadım. D&R'da da göremedim. Daha sonra izlemeyi düşünüyorum. Bir 15 dk izleyebildim. Başını sevdim. Bir yaşlı kadın ve bir yaşlı adam hikayenin değişik versiyonlarını didişerek anlatmaya başlamışlardı (:

Hikayeleri okuyunca aklıma hemen Raşomon geldi. Hikayenin detaylarından ziyade film daha çok aklımda aslında. Geçtiğimiz sene Dünya Edebiyatı dersinde önce hikayesini okumuş, sonra filmini seyretmiştik. Üzerinden aylar geçince film daha baskın kaldı malesef (:



Birileri 'Avcı' filmi eleştirisi yaparken hemen Türk Raşomon'u yakıştırması yapmışlar. Avcı filmindeki Çolak Osman Ağa'nın gerçekten yaşamış birisi olduğunu öğrenememiş mi acaba da hemen öyle Raşomon yakıştırması yapılmış. Benim merak ettiğim nokta şu, Raşomon'u yazan Akutagawa 1915 yılında yazmış. 1892 doğumlu. Çolak Osman Ağa'nın yaşadığı dönem tahminen 1890'lı yıllar. Akutagawa'nın duyması imkansız gibi bir şey. Ama nasıl bu kadar benzerlik oluyor...




Akira Kurosawa, Akutagawa'nın Raşomon ve Ormanda adlı iki kısa hikayesini birleştirerek Raşomon filmini çekmiş.

'İnsanoğlunun zaafları üzerine kurulmuş bu psikolojik dram. 12. yy Japonyasında karısıyla birlikte ormandan geçmekte olan bir samuray, bir haydutun saldırısına uğrar ve öldürülür, karısı ise tecavüze uğrar. Haydut yakalanır ancak onun ifadesi ile kadınınki taban tabana zıttır. Olayı çözmesi için devreye giren bir medyumun vasıtasıyla ölen samuray da yine tamamen tamamen farklı bir hikâye anlatır. Cesedi bulan oduncunun ifadesi ise hiçbirisininkine uymaz. Aynı suçun dört çelişkili ama bir o kadar da inandırıcı olarak anlatıldığı, yani herkesin 'gerçeği' nin farklı olduğu bu olayda kim doğruyu söylemektedir?
İlki Budist rahibe, ikincisi de 'yabancı'ya ait şu sözler filmin ana fikrini de özetler:
« İnsanoğlu zayıftır, o yüzden yalan söyler. Hatta kendine bile! »
« İnsanlar kötü şeyleri unutmak ve yalan da olsa iyi şeylere inanmak ister. Böylesi daha zahmetsizdir. »'

Vikipedi


Osman Şahin'in kaleme aldığı öyküleri okuduğumda dimağımda kalanlar daha çok sadakat, ataerkil, kadının toplumdaki yeri üzerine eleştirilerdi. Hırs, şehvet ve nefret. Avcı filmini izleyemediğim için bir yorum yapamayacağım. Raşomon öykü ve filmde ise yine sadakat, şehvet ve hırs vardı ama gerçeğin göreceliliği daha ön plandaydı. Japonlar biraz daha soyut düşünmüşler. Rahip, oduncu ve yabancının olduğu sahneler filmi soyut hale getiren sahnelerdi. Medyumun olduğu sahne çok komik gelmişti bana (:

***

Karşılaştırmalı edebiyat yapmış gibi oldum mu bilemedim. Biraz daha ayrıntılı incelemek isterdim ama elimden bu kadar geldi.

Bu arada Osman Şahin Mor Cepken isimli bir kitap ve bir dizi ya da film hazırlığı içerisindeymiş. Kadına şiddet temelli. Çok ilginç bir kitap ve dizi ya da film olacağa benziyor. Bence bir takibe alın (:

Keyifli okumalar dilerim!

**Bana Raşomon'u tanıtan Nuray Küçükler Kuşçu Hocama teşekkür ediyorum (:





7 Eki 2014

Doğaçlama





Doğaçlama bir öykü çalışması yapmak istedim. Halbuki yazılmayı bekleyen iki tane karşılaştırmalı film taslağı, 4 tane de film eleştirisi var. Ama biraz rahatlamak için...

***


Şu hayatta bana iki kişi prenses dedi. Birisi hayatımdan tamamen çıktı. Diğeri de çıkmaz umarım.

Başını yastıkların arasına gömmüş bir vaziyette konuşmaya çalışıyordu. Sesi boğuk geliyordu. Dediklerinin anlaşılması imkansızdı. Sesli düşünmek en çok yaptığı şeydi. Yalnızlığını böyle gideriyordu. Ya da giderdiğini zannediyordu.

Kalbi kuyu. Duyguları karanlık.
Biraz fazla nazlı. Kırılgan, hassas, narin, ince düşünceli.

Bazıları zarif olduğunu bile düşünüyor.

En yakınlarıysa aksine, zor buluyor. Geçinmesi zor, anlaşması zor, tatmin etmesi zor.

Oysa sevmesi çok kolay. Sevilmesi çok kolay.

Sevdi mi çok sever. En büyük hatası da bu. Çok sevmesi. Çok beklentiye girmesi.
Ama farkında değil yaptıklarının, hissettiklerinin.

''Sevseydi, azıcık değer verseydi bana; yolculuk öncesi halimi hatrımı sorardı. Ben kimim ki zaten!''

Yatağından kalktı. Sürüne sürüne mutfağa geçti. Kocaman bir dilim çikolatalı pasta kesti. En sevdiği pastaneden. Sabah mı yeni mi uyanmış şeker mi diyet mi dinlemedi. Her bir lokmayla beraber büyük bir haz alıyordu. Yüzündeki ifadeden anlaşılıyordu her şey. Damağımda çikolatanın bıraktığı lezzet aslında biraz buruktu. Çünkü çok özlemişti.

Keşke beraber çıksalardı yolculuğa. Beraber solusalardı deniz havasını. Martılara simit atarlardı.

'Çok yalnızım,' dedi.

Gözlerinden akan yaş, yanaklarından akıp dudak çizgilerinin iki yanında yol yol izler yaptı.

***

Doğaçlama yaparken ne yazacağım demedim, sadece yazdım. Başını sonunu düşünmeden. Hikayeyi nereye çekeceğime karar vermem lazım bu noktada. Saplantılı bir kız mı olacak, hatta cinsiyeti kız mı erkek mi? Belki erkeğe göre biraz ters kalmış yerler olabilir, oralar düzeltilip kurguya devam edilebilir. Ya da belki gerçekten narin bir erkektir ve onun sorunu budur. Prenses kısmını değiştirmek lazım. Olay farklı yerlere kaymasın diye. Belki de düşüncesiz bir dost ya da sevgisiz bir aşık. Henüz karar vermedim. Belki de böyle bir öykü hiç yazmam.