3 Ağu 2015

Rüya Güncem 1






Rüyalarımı hatırlamadığımda çok üzülürüm.
Rüyalarımda uçmak, bulutlarda koşmak gibi eğlenceli ve fantastik şeyler görmek isterken genelde ya sıkıcı günlük olaylar görür ya da sürekli bir kaçış içerisinde olurum.
Mesela geçenlerde bir ejderha tarafından alevli bir köşeye sıkışmıştım.
Bir ara kurt adamları da gördüm tabii. Bugün ise kara büyüye sahip cadı bir hayalet gördüm.
Genç bir kızdı. Kötüydü. Masum bir kızı, büyüyle hayalet yapmıştı.
Küçük kızın masmavi cam gözlerini, bembeyaz parlak yüzünü ve simsiyah kıvırcık saçlarını gözümün önünden çekemiyorum. Ve ben cadının annesiydim.
Beni hiç sevmeyen kötü bir kızım vardı. Bir şatonun içinde, kaçıyordum.
Neyden kaçtığımı bilmeden hem de. Mahzen gibi bir yerde yakalanmıştım.
Oldukça güzel, çekici ve güçlü iki cadı benimle oyun oynayarak hatta işkence ederek beni öldürmeye çalışacaklardı.
Üzerime son derece vahşi kuşları tek tek, nereden çıkacağı belli olmayacak şekilde, gönderiyorlardı. Her seferinde korkuyor ama kuşun dişlerini bana geçirmesine fırsat vermiyor hemen kaçıyordum. Kızımın babası (galiba eşim oluyor kendisi) bana yardım ediyordu. Ona bir şey olmazdı çünkü bana saldıran iki cadı da adama aşıktı. (Aman ne klişe)
6.kuş üzerime salındı.
Çok yakındı. Beni ısıracaktı.
Bedenimin etrafında sıcak bir şeyler hissettim.
Kızım büyüsüyle beni koruma altına almıştı. Gülümsüyordu. Masmavi gözleri, elbisesiyle uyumlu bembeyaz yüzü.
Uyandım.

30 Tem 2015

Mor Baykuş - Grinin Ortası


 

Gökyüzünün rengi akıyordu.

Mavi ve beyaz, katmanlar halinde yavaş yavaş yeryüzüne akıyordu. Sonra hızlandı. Bulutlardan şeffaf değil de kar beyazı damlalar dökülüyordu yeryüzüne. Mavi ve beyazın değdiği bütün renkler değişiyordu. Alacalı bulacalı hale geliyordu her şey. Ağaçlar, evler, hatta deniz.

Sahilde oturanların hiçbiri farkında değildi. Elinde elma şekeri bulunan kız, sevgilisinin gözlerine dalmıştı. Bir şeyler anlatıyordu sevgilisi, hiç susmadan. Gülümseyerek elma şekerini çevirdi elinde. Dondu bir an gözleri ellerinde. Az önce kırmızı olan şeker garip bir renkteydi. Kollarına uzanan gömleğinin bembeyaz dantel parçaları da. Eliyle silmeye çalıştı üzerini. Islak bile değildi üzeri. Elinin de farklı bir renk almaya başladığını fark ettiğinde çığlık çığlığaydı. Dünya renk karmaşasındaydı.

Elinde sapan olan bir çocuk, renk karmaşasına uğramamış mor bir baykuşun peşindeydi. Ölesiye öfkeli olan çocuk ciğerlerinin patlayacak derecede yorulmasına aldırış etmeden koştu da koştu. Baykuşun renkleri neden değişmemişti? Elinde sapanıyla alacalı taşları art arda havaya atıyordu. Fark etmeden eline gri bir taş almıştı. En iyi atışını yapmak için geriledi, derin bir nefes alıp ileri atıldı. Taş yukarı çıktı çıktı çıktı. Mor baykuşu teğet geçip bulutların arasına girdi.

Gri taş, bir yere çarptı. Küçücük taşın çıkardığı ses, dünyayı sarsacak kuvvette olmuştu. Aslında sesin sebebi taş değildi. Çarptığı şey, gökte asılı bir şatoydu. Gri şato. Bayrağından kapısındaki kilide, toprağından taht odasındaki avizelere kadar griydi. Taşın değmesiyle, bulutlar açılıp şatonun bütün görkemini dünyaya sunmuşlardı. Gri ışıklar parlamış, havai fişek gösterisine benzer görüntüler gökten yeryüzüne iniyordu. Her bir parıltı, renk karmaşasının üzerinden geçip her şeyi griye çeviriyordu.

İnsanlar panikleyerek oradan oraya koşuyordu. Vücutlarında renk haricinde bir değişimin olmadığını fark etmeleri uzun sürse de yavaş yavaş sakinleşmeye başladılar.

Şatonun surlarında kukuletalı bir kadın duruyordu. Başlığını geriye itmesiyle, ellerinin boynunun yüzünün, vücudunun tamamının kurumuş çimento gibi olduğu fark ediliyordu. Yüzünde çarpık gri gülümsemesiyle insanları izliyordu.

Elinin kalkmasıyla, davullar çalmaya başladı. Şatonun dört kulesinin sekiz kapısından ayrı ayrı yönlere doğru davullar çıktı. Kukuletalı kadın, elinde küçük bir defle yürümeye başladı. Bir adım atıyor durup define vuruyor, bir adım daha def. Bir adım, def. Şatoyu ortaladığında küçük bir mürverin önünde durdu. Elini tekrar havaya kaldırdı. Baştan aşağıya zırhla kaplı askerler, bembeyaz bir kadın heykelini şatonun surlarına dayadı. Gözleri ‘biliyordum’ der gibi donuktu. Kukuletalı, beyaz kadının başındaki kurumuş çiçeklerden tacı aldı eline. Katıksız griye dönen tacı, mürvere astı. Elindeki defi başının tam üstüne getirip bütün kuvvetiyle vurdu. Beyaz heykeli, askerler havada asılı duran şatodan boşluğa bıraktılar. ‘Güle güle Beyaz Tanrıça,’ dedi kukuletalı Gri Kraliçe Ardin.

Beyaz Tanrıça’nın bedeni yeryüzüne inerken boşlukta savrulan herhangi bir nesne gibi değildi. Heykel gibi hiç değildi. Süzülüyordu. Süzülürken bedeninde kaskatı kesilmiş her bir nokta açılıyordu. Ellerini zarifçe iki yana açtı. Çenesini boğazına iyice dayadı, havada bir balerin gibiydi. Yavaşça parmaklarının ucunda basarak yere indi. Hala baştan aşağıya beyazdı.

Mor baykuş Tanrıça’nın etrafında uçmaya başladı. Bir bülbül olsaydı, en güzel şakımasıyla dolanırdı tanrıçasının etrafında. ‘Ah benim mor güzelim. Teşekkür ederim her şey için. Sevgili Mişa’n burada işte. Ama savaş daha yeni başlıyor, dikkatli olmalısın,’ derken baykuşun başını okşuyordu. ‘Şimdi benden bir haber götürmelisin Kukuletalı Ardin’e. Baykuş, Mişa’nın sözünü ikiletmeden şatoya yöneldi. Bulutların arasından geçerken fabrika dumanın içinden geçiyor hissi berbattı.

Şatonun etrafında turlar atarken Ardin, mürverin başında voodoo bebeğiyle oynuyordu. Ardin dövmeli ellerinin üzerinde mor parıltıları görünce bir an sendeledi. Başını hemen yukarı kaldırdı. Bebeğine daha fazla sarılırken askerlerine seslendi. ‘Çabuk şu yaratığı öldürün. Griden başka hiçbir renk hüküm süremez dünyada bundan sonra.’ Ardin, avucundaki tozları baykuşun üzerine üfledi. Morun etrafını saran sis yavaş yavaş dağılıp hiçbir etki gösteremedi. Ardin, sinirinden ne yapacağını şaşırdı.’ Bu Mişa’nın bir oyunu olmalı. Demek yaşıyor tanrıça,’ diyerek bebeğin ellerine, gözlerine iğneler saplayıp mürvere astı. Mor baykuş, daha fazla oyalanmadan yeryüzüne inişe geçmişti.

Mişa, avucunun içinden ve göz bebeğinden güçlerinin çekildiğini hissetti. Mor baykuşun döndüğünü görünce biraz da olsa rahatlamış ve gülümseyebilmişti. ‘Ardin elimden gücümü almışken yapabileceğimiz tek bir şey kaldı,’ derken kurumuş otların üzerinde ileri geri yürüyordu. Telaşlı duygu dalgası etrafına yayılırken yüzünde telaştan eser yoktu. Gözlerini kapatırken ellerini havaya kaldırmıştı. Arp çalıyor gibi parmaklarını hareket ettirmeye başladı. ‘Bir kız. Saçları kızıla dönük turuncu. Hafif çekik yeşil gözlerinin altında birkaç çil var. Beyaz teninin yüksek notalarından tarçın kokusu yayılıyor. Bizim bu kıza ihtiyacımız var. Ellerine, gözlerine, hayallerine, renklerine ihtiyacımız var.’ Gözlerini kocaman açan Mişa, baykuşun gözlerine kenetlenmişti. Baykuş kanatlarını iyice açarak, tarçın kokusunun izine düşmüştü.

Sapanlı çocuk, mor baykuşun kendine doğru geldiğini fark ettiğinde onu öldürmekten çoktan vazgeçmişti. Yakalayıp Elika’ya götürmeye kararlıydı. Gri ellerine baktı çocuk. Elleriyle yanaklarını kurularken en çok gözyaşlarının da gri olmasına üzülüyordu. Baykuş, çocuğun omzuna konmuştu. Çocuk sesini çıkarmadan ilerledi. Çalıların arasına geçip yere yapışık tahta bir kapıyı kaldırdı, merdivenlerden yer altına indi.

‘Selam Elyy,’ derken çocuk, Elika, gözleri yuvasından fırlayacak oldu. Mor bir baykuş. ‘Pat, nereden çıktı bu baykuş? Hem de mor!’ Sevecenlikle baykuşa yaklaşan Elika, tüylerin gerçek olduğunu anlayınca çok sevindi. ‘Kendisi buldu beni Elyy. Önce çok kızdım, neden ben griydim ama bu baykuş mor… Öldürmek istedim ama olmadı. Sonra senin çok hoşuna gideceğini düşündüm.’ Pat, baykuştan ilgisini alıp Elyy’nin çalışma masasına yöneltmişti. Bardakların her biri farklı renk suyla doluydu. Onlarca palet ve fırça vardı. Elyy, dünyayı ve renkleri unutmamak için önce duvarları boyamıştı. Göl kıyısında sazlıklar, biraz ilerisinde yeşil çayırların üzeri rengârenk kır çiçekleriyle kaplıydı. Dağların rengi kahvenin birçok tonundayken zirvesi bembeyaz karlıydı. En çok okyanusun renk değişimlerine çaba harcamıştı. Ve güneşin batışına. Ve siyahlar içinde parlayan aya.

Kapının açılma sesiyle iki çocuk da sıçradı yerinde. Elika, ‘başıma ne işler açtın’ bakışıyla Pat’in vücudunu delik deşik ediyordu. Saklanmalarına fırsat kalmadan Mişa belirdi yanlarında.

‘Benden korkmanıza gerek yok. Ben dostum, dost,’ derken Mişa, baykuş Pat’in omzundan Mişa’nın yanına havalandı. Pat ürkek bakışlarını önce Mişa’ya sonra Elika’ya çevirdi. Elika, kendisi gibi Mişa’nın da griden etkilenmediğini fark edince, hiçbir şeye aldırış etmeden eline fırçalarını ve boyalarını aldı. Masmavi gökyüzünün tıpatıp aynısını duvara çiziyordu. Beyaz bulutların şekilden şekle girmesini gözünde canlandırabildiği kadar bulut çiziyordu. Bir bulut Mişa tarafından tavşana benzetilirken aynı bulut Pat’çe bir sapandı. Sessizce benzetmelerini örneklendirmeye devam ederken Mişa bir an sustu. ‘Özlediğini biliyorum Elyy.’ Elika, adının kısaltmasını nasıl bilebildiğine şaşırarak irkildi ama ilgisini boyamadan ayırmadı. ‘Ben her şeyi biliyorum Elyy İsmini de elf olmak istediğini de dünyanın griye boyanma sebebini de…’ Hepsinin bakışları perdenin arkasındaki elflere benzeyen Elika çizimindeydi. Mişa konuşmasına devam etti. ‘Ve dünyanın renklere nasıl kavuşacağını da biliyorum.’ Elika, bir an durdu. Önce Pat’a baktı. Sonra Mişa’ya döndü. ‘Nasıl?’ dedi sadece. Mişa rahat bir nefes alıp ‘Beni boyamalısın. Dünyayı ve renkleri düşündükçe zihninden gözlerine gelen görüntüleri bedenime ve beyaz elbiseme işlemelisin. Ellerim ve göz kapaklarım çok önemli. Onları maviye boyamalısın. Ve saçlarım, mor olmalı.’ Neden diye sormadılar ne Elika ne Pat.

Saatler süren bir boyamaydı. Mişa’nın her bir yanı dünyanın bir köşesiydi. Sırtından saçlarına kadar bir tavuskuşu resmi vardı. Saçları tavuskuşunun en yukarıdaki tüyleri gibiydi. Ayak parmaklarından başlayarak toprağa tutunmuş bitki köklerini çizmişti Elika. Eteklerinin uçlarıysa alev alevdi. Yeşil ormanlar, okyanus, dağlar… Elleri ve gözleri gökyüzüydü. Elbisesinin altından tam kalbinin üzerine geldiklerinde neredeyse tamamlanmıştı çizim. Eline ince fırçalarını aldı Elika. Kahverengi ve siyah boyalara batırdıktan sonra durup Mişa’ya baktı. ikisi de aynı anda ‘Mürver ağacı,’ dedi. Mişa gülümsedi.

Çizim sürecinde Gri Şato, toprağından ve köklerinden başlayarak renkleri düzelmeye başlamıştı. Şatonun rengi düzeldikçe dünya da düzeliyordu. Ardin her tarafa gri sisinden gönderiyor ama hiçbir şeyi değiştiremiyordu. Sisleri avucundan yolladıkça güçten düşüyordu.

Mişa’nın kalbine yapılan mürver ağacı ile Ardin’in yanı başındaki mürver çalısı üzerindeki tesbih, bebek, def gibi eşyalardan silkeledi kendini. Üzerindeki gri sisi de atıp kendi renklerine büründü. Ve büyümeye başladı. Canlanmıştı. En yüksek dalındaki tacın çiçekleri de canlanmıştı. Beyaz bir sis, tacın etrafını kapladı ve yok oldular. Ve Ardin, kurumuş çimento görüntüsünden nihayet kurtulup sis ve toz haline geldi.

Mişa avuçları arasında beliren tacı, Elika’nın başına geçirdi. Artık hareket edemiyordu. Zorlukla ağzını açtı. ‘Çok iyi iş çıkardın Elyy. Dünyayı renklerine kavuşturdun. Hep rengârenk bir koruyucu ol,’ dedikten sonra omzuna konan mor baykuşla beraber hızla duvara sürüklendi. Çarparak durdu ve yalnızca bir çizim olarak duvara mühürlendi.

Pat, şaşkın gözlerle duvara bakıyordu. Elika, başındaki tacı elf heykelinin başına taktı. Çalışma masasına dönüp gri dünyayı çizmeye başladı.

* * *

Elinde elma şekeri olan kız, şekerinden bir ısırık aldıktan sonra heyecanla bir şeyler anlatan sevgilisini izlemeye devam etti. Sevgilisinin omzundaki nereden geldiği belli olmayan çimento tozlarını silkeledi.

Bu yazı daha önce aylikoykuseckisi.com'da yayınlanmıştır.

25 Haz 2015

Benim kadınlarım...



Kadın olmak. Öteki olmak demek. Bu bütün tarih 'history' boyunca böyle süregelmiştir. Hani 'batı toplumunda böyle, biz doğulularda kadın öteki değildir' diyenler var ya. Gözlerini batı düşmanlığı kör etmiş. Eh bir de 'doğu toplumlarında kadınlar ikinci sınıf, batı toplumlarını örnek almalıyız' diyenlerinin de gözünü doğu düşmanlığı kör etmiş. Ben ikisinin de arasında bir yerdeyim ve iki tarafa da doğru düzgün bakabiliyorum. 

Bu durumun doğu ya da batıyla alakası yok. Kadını ötekileştirmek ne zaman başlamış, hiçbir zaman bilemeyeceğiz gibi...

Kadın haklarını savunurken, erkek düşmanı olmanın da manası yok. Erkekten daha iyi kadın düşmanı kadınlar da var. Yani asıl mesele; bencillikten ve kendini beğenmişlikten, aynı zamanda çekememezlikten de arınıp yani bütün kötü hislerden arınıp kendin gibi düşünmeyenleri kabul edip ötekileştirmekten vazgeçmek. Bu yapıldığı zaman sadece kadın erkek eşitsizliği değil bütün sorunlar çözülecek... Peki bu mümkün mü? Dünyanın tamamının böyle iyi düşünmesi? Bence mümkün değil. 

Artık, 'dünyaya sevgiyle iyilik getireceğim' diyen küçük kız değilim. Daha gerçekçi düşünüyorum. Ama bütün dünya buna inansa diyemesem de, etrafımı ulaşabildiğim insanları değiştirebilirim demeliyim... Ve bu oldukça zor. Kökleşmiş bir şeyleri değiştirmek... Kadın, bir meta halinde kendini etrafına sergilemekten çok mutlu. Kadın kendini evine çocuklarına kocasına adamaktan çok mutlu. Kadın, kendi gibi olmayan açığı ya da başörtülüyü eleştirmekten çok mutlu. Kadın, mutlu olduğunu sanıyor. Kadın mutlu olduğunu sanmaktan mutlu.

Kadın. Uğruna şiirler yazılan kadın.
Kadın. Yüzünde morlar olan, vücudunda yara izleri olan kadın.
Kadın. Vücudunu erkeklere bir meta gibi sergileyen kadın.
Kadın. Köle. Hizmetçi. 
Kadın. Anne. Eş. Evlat. Ama hiçbir zaman 'kendi' olamayan. kadın.

Açık diye günahkar edilen, başörtülü diye yobaz ilan edilen kadın. Batılı diye doğulu diye. Hıristiyan diye, Müslüman diye. Türk, Kürt, Arap, Rus diye suçlanan ve istenmeyen kadın. Kadın şifacı diye 'cadı' ilan edilen, yakılan kadın.




duy beni yazılmış ve yazılacak olan bütün hikayelerin kadın kahramanları.
bütün o yaşanmış ve yazılmış olan,bütün o yaşanmamış ve yazılmamış olan
hikâyelerin kadın kahramanları.
kadınlar ve kızlar,dişil ve doğurgan,duygusal ve duyarlı olan.
eril olmayan yani,
fethetmeyi değil fethedilmeyi bekleyen kale, daima.
gecenin karanlık koynunda kapılarını açan kent, en fazla
en fazla bir sandalı koynuna alan deniz.
durağanve çaresizve lekesiz
ve temiz tertemiz.
adı tarihe geçmiş ve geçecek
dişil ve doğurgan,
kadın ve kız olan yani ki
yani ki bütün hikâyelerin baş kahramanı olan.
dünyanın çevresinde döndüğü asıl güneş, 
çağların gerçek sahibi, gerçek yazıcısı tarihin,
bir anda en güçlü hükümdarları yerle bir kılan
en güçlü kumandanları köle,
en zelil köleleri hükümdar kılan,
tutsakları en derin aydınlıkta hür, hür olanı en koyu karanlıkta tutsak kılan,
hükümsüzü birden bire hükümlüye çeviren,hükümlüyü birden hükümsüz eden.
geçer akçeleri geçmeze, 
geçmez akçeleri geçere dönüştüren saklı ve gizli el.
ama güçsüz,
çünkü daima ödeyen ve ödenen bedel
                                                                Nazan Bekiroğlu

Kadın deyince benim aklıma Frida Kahlo, Marilyn Monroe ve Virginia Woolf geliyor. Benim acılı kadınlarım. 


Frida...
Yaşamı boyunca acılar, karmaşalar, duygusal çalkantılar... Sıra dışı, ilginç, bunu da mı yaptın Fridaaa dedirten. Ama kalbime dokunan bir kadın. Ben'e yönelmem gerektiğini gösteren kadın. İnsan en önce kendini tanımalı. Geçirdiği kaza ve yatağının tavanına asılan ayna yardımıyla kendi portrelerini yapan Frida, yüzü kadar içine de yönelmiş ama -bence- içsel yolculuğunu tamamlayamamış bir türlü. 

Kolay değildi; insan kendisinin en bariz modeli olsa bile, aynı zamanda en zor modelidir. İnsan; hem kendisi, hem de başkasıdır... Frida Kahlo



Virginiacığım... 
Benim mor kadınım. Zekasına, kalemine hayran olmakla birlikte kalbime dokunan bir diğer kadın. Küçük yaşta yaşadıkları, ailesi, abisi, babası, annesi... Ve yaşadığı toplum tarafından gördüğü baskı... Bu sebeplerden Virginia'nın hiçbir hatasına kızamadım. Olduğu gibi kabul ettim. Bilincinin en diplerinde gezinmekten ruhuna inememiş bir kadın. Bedeninin, aklının, hayallerinin kirletilmesinden midir nedir, ruhuna inmekte temkinli davranmış gibi. Ruhuna inseydi, görseydi, bilseydi, dinleseydi ruhunu...

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir. Virginia Woolf



Marilyn. 
Hayatını okuduğum zaman, tamam demiştim tamam. Kalbimde bir merhamet. Sevilmek isteyen küçük bir kızdı Marilyn. Zekiydi. Yanlış bir ülke, çevre, aile onu bu hale getirmişti. Marilyn'in en büyük hatası sevilme arzusunu erkeklerin kollarında araması. Beğenilme ve takdir edilme arzusuyla da ekranlara istenileni vermesi... Aptalı oynayan oldukça zeki bir kadın... Ve çöküş... Ah Marilyn... 

İyiyim ama melek değilim.
Günah işlerim ama şeytan değilim. 
Sadece koca dünyada sevecek birini arayan küçük bir kızım. Marilyn Monroe



kadınlar hep gülsün olmaz mı? 
kadınlara hep şiirler yazılsın olmaz mı?


bir kadını ortadan ikiye böl…
yarısı annedir,
yarısı çocuk,
yarısı sevgili
yarısı aşk...


duyanlar bunu bilmez,
görenler anlamaz bunu!
yarısı rivayettir,
yarısı gece.

Cemal Süreya






1 Oca 2015

2014 Kitaplarım





2014 yılı boyunca okuduğum kitapları yazmak istiyorum. İnşallah 2015 her yönüyle güzel olur hepimiz için. Bol okumalı bir yıl olur inşallah. 2015 benim için belirsizliklerle dolu bir yıl. Mezun olacağım ve sonrasında neler olacak bilmiyorum...

2014 izlediğim filmler de yapmak istiyordum ama tarih olarak not almadığım için yazamayacağım. Ama bu zamana kadar izlediğim filmleri yazabilirim. Bakalım neler okumuşum (:

1. Kaçan Ayna-Papini
2. Sevimsiz Hikayeler
3. Dilek Evi-Kipling
4. Motorlu Kuş-Cahit Zarifoğlu
5. Lady Anne Susuyor-Saki
6. Bahar Karları-Mişima
7. Marcovaldo-Calvino
8. Beşinci Düğme-Naime Erkovan
9. Anlatı Ormanlarında Altı Gezi-Eco
10. Rüzgargülü Çamlıca-Güzide Ertürk
11. Düşeş-Güzide Ertürk
12. Hoşgör Köftecisi-Orhan Veli
13. Mona Rosa-Sezai Karakoç
14. Dünyaya Orman Denir-Ursula K.Le Guin
15. Büyübozumu-Murat Gülsoy
16. Başkaldıran Ruhlar-Halil Cibran
17. İkiye Bölünen Vikont-Calvino
18. Sevgili Arsız Ölüm-Latife Tekin
19. Ses ve Öfke-Faulkner
20. Kör Baykuş-Sadık Hidayet
21. Ölü Zaman Gezginleri-Hasan Ali Toptaş
22. Galiz Kahraman-İhsan Oktay Yanar
22. Karekök Hayat-Mehmet Sabri Genç
23. Yangın Merdiveni-A.Ali Ural
24. Ölüm Oyunları-Osman Şahin
25. Stüdio Ghibli
26. Yürüyen Şato
27. Hiçe Doğru-Hüsnü Arkan
28. Yitik Öykü
29.  Öbür Dünya Hikayeleri-Güzide Ertürk
30. Öykünmece-Feyza Hepçilingirler
31. Kelebeğe Tapan Adam-Bünyamin Demirci
32. Sakız Sardunya-Elif Şafak
33. İlk Değilim Üstelik-Şafak Çelik
34. Şebek Romanı-Ayşe Şasa
35. Yazma Eylemi-Ferit Edgü
36. Dil Doktoru-Hayati Develi
37. Bye Bye Türkçe-Oktay Sinanoğlu
38. İhtiyar Balıkçı ve Deniz-Hemingway
39.Seçme Hikayeler-Nezihe Meriç
40. Mefkure Yolculuğu
41. Doku-Cem Kızıltuğ
42. Benden Duymuş Olma Da-Büşra Nebati
43. Uçurtma Mevsimi-Kaan Murat Yanık
44.Kuş Uçar Kervan Geçer-Hande Topbaş
45. Türkçenin Sırları-Nihad Sami Banarlı


Geçen sene 35 kitap okumuştum galiba. Gelecek sene de 55 kitap okuma hedefi koyayım bari ((:

Açıkçası okuduğum kitapların kaliteli olduğunu düşünüyorum ((: Ali Ural sağolsun. Bu sene Tanpınar okumak istiyorum. Çok istiyorum. Siz neler okudunuz, kaç kitap okudunuz? Benim okuduklarımdan okuduklarınız, sevdikleriniz, sevmedikleriniz, merak ettikleriniz oldu mu?