KALEM KASEMİ
‘‘ Dede! Bu kalem…’’
Eymen’in sesiyle
yarı uykulu halinden kendine geldi yaşlı adam. Kendi el emeği sallanan
sandalyesinden kalktı yavaşça. Yılların birikmişliği sırtına ve dizlerine
vurmuştu. Ne oturduğu yerden kalkabiliyor ne de ayakta durabiliyordu. Bir tek
şu sallanan sandalyesi rahatlatıyordu yaşlı bedenini. Geçmişin kokusuna karışan
deniz kokusu değdi geçti tenine rüzgar yardımıyla. Yıllarca biriktirdiği
kitaplarla çevriliydi kıymetli odasının dört duvarı. Boş kalan yerlere de
serpiştirilmiş ebru ve hat sanatının birkaç nadide tabloları. Ama aralarında
mütevazilik ve gösterişle harmanlanmış bir çerçeve var ki çok değerli, yaşlı
adamın indinde. Altın sırmalarla işlenmiş, camı özel kesim. Odaya girince
dikkatleri üzerine çeken bir çerçeve, içerisindeki ise sıradan bir hat kalemi.
Kalemde birleşen bakışlar ki genç olanında merak, yaşlı olanında hüzün vardı.
Yaşlı adam hüzünden umuda, torununa çevirdi bakışlarını.
‘‘ Eymen, unuttun mu yoksa? Bak şimdi, biraz daha
kalsan Avrupalarda bizi de mi unutacaksın yoksa? Küçükken de sorup dururdun.
Anlatırdım hikayesini, unuttun mu?’’
Şefkatle bakıyordu torunun yüzüne. Birkaç yılda çok
değişmiş çok büyümüştü. Umuttu Eymen.
‘‘Dedecim hatırlıyorum elbette ama senden dinlemeyi
çok özledim.’’
Dedesine hayran bir torun Eymen. Uzakta kaldığı
yıllar boyunca en çok izlediği insan. Anne ve babasını kaybedişinden sonra
toparlanmasını sağlayan kanatları altına alan kişi. Kalbinde ne zaman bir
fırtına çıksa dedesinin gözlerini hep üzerinde hisseder, bilgece sözlerini
aklına getirir ve kurtulurdu tüm karmaşadan. Artık yetişkin bir insandı, acılar
ve uzaklık Eymen’i olgunlaştırmıştı. Şimdi yaşadığı karmaşalar daha büyük
oluyordu. Benlik arayışı, içsel çatışmalar ve tutunacak bir dal
gereksinimi… Dedesinin yanındaydı bu
yüzden. Bilgece sözlerine aç ve muhtaç, doyurmak istiyordu ruhunu. Açtı
kalbinin tüm kapılarını, dinledi o ezgili sözleri.
‘‘Bu kalem çok özel Eymen’im. Her kalem değerlidir
Hakk’ı yazdıkça. Kalemin ne kadar değerli olduğunu Kur’an-ı Kerim’de bir sûreye
ad olarak verilmesinden anlayabiliriz. Kalem sûresinde bir ayete bakalım. "Nûn… Andolsun kaleme ve yazdıklarına." Kalemi değerli yapan yazdıklarıdır
elbet. Dedemin anlattıklarına göre bu
kalemi, onun da dedesine Hz.Hızır aleyhiselam vermiş. Hz.Hızır’a da Kirâmen
Kâtibin armağan etmiş Rabb’in izniyle. Büyük dedemiz çok zor durumdaymış hem
maddî hem manevî. Ve bir gün karşısına Hz.Hızır çıkmış. Bu kalemi uzatmış,
yalnızca Hak yolunda kullanması şartıyla tüm sıkıntılarından kurtulacağını
müjdelemiş. Ardından geldiği gibi bir anda gitmiş. Büyük dedemiz nasıl hat
yapılacağını bilmiyormuş. Hz.Hızır’ın söyledikleri hiç aklından çıkmazmış. Bu
kalemin kendisine verilmesinde bir hikmet olduğunu düşünüp kalemle yazmayı
denemeye karar vermiş. Kutsal
Kitabimizin ilk mesajı ‘Oku’ yani ‘İkra’ emrini yazmış ilkin. Vira bismillah
deyip başlamış ve devamı da gelmiş tüm zorluklara rağmen. Ve döneminin en iyi
hattatlarından olmuş. Eymen’im bu kalem aile yadigarı olarak kalmış bizlere.
Artık senindir. İstediğin zaman alabilirsin. Bu kalemle Hakk’ı yaz olur mu
evlâdım? Bu kalem Allah’ın emanetidir bizlere. Kirâmen Kâtiplerinin
kalemlerinin bir eşi bu unutma. Yaptığın tüm işleri bu kalem gibi bir kalem
yazıyor sergüzeşt-i hayat defterine. Bu kalemle Hakk’ı yaz ve yazdığın gibi
yaşa ki hayat defterinde sağ taraf kabarırken sol taraf boş kalsın. Unutma,
kalem hem armağan hem emanet; hayat hem bir lütuf hem bir emanet.’’
Dedesinin son sözcüğü "Unutma," olurken, Eymen
gözyaşları içerisindeydi. Hayattaki kırılmaz dediği dalı, biricik dedesi
sallanan sandalyesinde huzur içinde öte alemlere göçmüştü.