Köklerime dek Adanalı olduğumu biliyordur blogumu takip edenler. Bugün Adanalı olmaktan bir kez daha gurur duydum. Altın Koza Film Festivali devam ediyor. Ve bugün bir film festivalinde ilk defa edebiyat oturumu yapıldı.
Sinema ve Edebiyat üzerine Yekta Kopan moderatörlüğünde Ahmet Ümit, Osman Şahin, Hakan Günday, Nebil Özgentürk isimlerini dinledik. Adanalıyım ama Adana hakkında birçok bilgi edindim. Ne çok şey bilmiyormuşum! Edebiyat ve sinema üzerine de birçok şey öğrendim. Böyle kulaklarımdan filan bilgiler fışkıracak diye korkuyorum. Dopdoluyum! Elimden geldiğince yazmaya çalışacağım. Elbette ki bir not defteri götürmüştüm yanıma. Güzel notlar almaya çalıştım da hem dinleyip hem not tutma konusunda sıkıntılar yaşayan birisiyim :D Yazamadığım çok şey var.
Yekta Kopan'ın sesi ne kadar da huzur verici! Sahne biraz yüksek olduğu için kendilerinin biraz yukarıda olmasından rahatsız olduğunu söyledi Yekta Kopan. Sosyal yaşamda da yazarın okurdan üstün olduğunu düşünmüyormuş. Ve ekliyor 'Farz edin ki evin salonundayız.' Gayet samimi bir söyleşiydi. Yekta Kopan olmasaydı moderatör olarak, bu kadar samimi ve de komik olur muydu bilemeyeceğim (:
Ahmet Ümit ile başladık. Adana'ya ilk 16 yaşında gelmiş. Bir tiyatro oyunu için gelmişler. Sıcağından dem vurdu (:
Romanlarının sinemaya ve televizyona uyarlanmasından, başka bir sanat dalını beslemekten gayet hoşnut.
Edebiyatın sinemaya göre daha demokratik olduğunu söylüyor. Edebiyat okuyana ve yazana aittir.
Ahmet Ümit için yerli Stephen King, yerli Dan Brown diyorlarmış, ne düşündüğünü sordu bir dinleyici. Yekta Kopan sözü aldı önce. Biz Doğuluların yerli Madonna yerli Messi yerli Dan Brown gibi yabancı isimlerin taklitleri ya da özdeşleştirmelerin yanlış olduğunu söyledi. Biz biz'iz ve özgünüz (:
Ahmet Ümit, romanlarında okurun karakterlerle özdeşleşmesini istediğini söylüyor. Öyle bir karakter oluşturmalı ki insan ruhunu anlatsın. Heyecanlı hikayeler anlatıyor evet, polisiye, cinayet, iyilik, kötülük, hırs,... Hepsi insana ait duygular.
10000 yıl daha yaşasam yine yazmaktan sıkılmam, bu coğrafyadan hikaye fışkırıyor, diyor (:
İlham aldığı yazarları da şöyle sıralıyor:
Orhan Kemal
Osman Şahin
Dostoyevski
Shakespeare
***
Osman Şahin ile devam ediyoruz. Kendi adıma çok utandım. Böyle bir değeri tanımadığım için. Ama öyle bir kuşağın insanıyım ki uzak geçmişimizi unutturuyorlar bize, yakın geçmişimizi tanıttırmıyorlar. Benim de suçum var elbette. Ama... Amasının devamını yazının en sonuna saklıyorum. Ben yine normal bir şekilde devam edeyim yazıma. Osman Şahin, 'Kanımda sumak suyu taşıyorum.' diyor. Mersinli. Çukurova insanı. Mersin-Adana yani Çukurova insanlarını olduğu kadar doğu insanlarını da anlatmış. 23 eseri sinemaya uyarlanmış. Yılmaz Güney, Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray, Fatma Girik, Tarık Akan eserlerini oynayan kişilerden sadece bazıları. Aslında bildiğimiz izlediğimiz filmlerin öykülerinin Osman Şahin olduğunu görünce şaşırıyor insan. Neden bu filmin öyküsünün yazarını merak etmemişim dedim durdum. Kızını damada gelin veriyormuş gibi hissediyormuş her uyarlamada (:
Kızgın Toprak ilk uyarlamaymış eserleri arasındaki.
Sinema başka bir sanat dalı. Öykü ya da roman yazarsın, senle okuyucu arasındadır. Ama sinemaya devlet de karışır. Kitaplarının sinemaya uyarlaması esnasında sansüre çok maruz kalmış. Diyor ki, sigaraya bile sansür koyuyorlar, ses yapıyorlar. 'Aslında o sansürü politikacıların ağzına koymak lazım,' :D
Derman filmi, en çok ödül alan filmmiş. Aslında Hakkari'de geçen bir öykü. Orada karın daha fazla olduğu tünellerin olduğu bir yer varmış. Ama bazı savaş ve sınır durumlarından dolayı devlet Hakkari'de çekim yapılmasına müsade etmemiş, film Ağrı'da çekilmiş. Diyor ki Osman Şahin, 'Büyük bir film olacağına iyi bir film oldu.' (:
O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler.
Yaşar Kemal
Çukurova... Cenneti arayan bir grup insan yürüye dolaşa Çukurova'ya gelir ve cennet burası derler.
Çukurova bereketli olunca insan hırsını çeker, göç alır. Toprak kavgaları alır başını gider. İşte Orhan Kemal Yaşar Kemal Osman Şahin bu kavgaları en doğal haliyle anlatırlar.
Osman Şahin'in sıradaki kitabının adı Mor Cepken. Ve diziye uyarlanacakmış. Ve Türkan Şoray oynayacakmış. İşin magazinsel yönünü bir kenara bırakıp sanatsal ve toplumsal yönüne bakalım Mor Cepken'in.
Bir Türkmen geleneği, yörük geleneği. Her yörük kızının çeyizinde bir mor cepken bulunurmuş. Erkek de bilirmiş tabii. Mor cepken kolay kolay ortaya çıkmazmış. Erkek karısına şiddet uygularsa, kadın mor cepkenini giyer üzerinden hiç çıkarmazmış. Kadın dermiş ki mor cepkeni giyerek 'Kocam bana şiddet uyguluyor, ben de onu boşuyorum!' Boşanan erkek kolay kolay bir başkasıyla evlenemezmiş, karısına şiddet uygulayana kimse kız vermezmiş çünkü! Mor cepken olayını bildiğinden erkek sorunları sevgi yoluyla iyilikle çözmeye çalışırmış, şiddete başvurmazmış. İşte toplumsal baskı dediğin böyle olmalı!
Osman Şahin'e kitap imzalatırken kitabın adına baktı. Ölüm Oyunları. Gülümsedi. 'Ah. Bu evrensel bir öyküdür. Ölümden kaçış olsa da ölüm yakalar.' Heyecanı hiç sönmemişti! Sönmesin de...
Hakan Günday Sadece bir kişi ya da bir kitap ya da bir sanat dalı, dostlukların ve aşkların başlamasına vesile olmasından bahsedildi. Yekta Kopan ve Hakan Günday dostluğunun kilit ismi Oğuz Ataymış. Hakan Günday hayranları da bir aile gibiymiş (:
Başka kitaplar kadar filmler de ilham kaynağı oluyor. Hatta filmler için şunu söylüyor Hakan Günday, 'Asla gitmeyeceğin çukurları birinin sana anlatması.'
En çok ilham aldığı filmlerden birisinin İyi, Kötü ve Çirkin olduğunu söylüyor. Sebebi ise başroldeki adamın adının olmaması. Her şeye açık. İyi bir malzeme. Türk filmlerinden de Duvara Karşı, en ilham verici bulduğu filmlerden.
Yeni dönem sineması ve edebiyatında yeni bir dil kullanılıyor. Hakan Günday da kendi dilini oluşturmuş bir yazar.
Farklı, bambaşka karakterleri nasıl yazdığı soruldu. Birilerinden ilham mı alıyor yoksa tamamen hayal ürünü mü... Soruya cevabı saatlerce aynaya bakmasıymış. Aynaya bakıyor ve düşünüyor. Aynada her türlü insanı görebileceğinize inanırsanız kimseyi yargılamazsınız.
'Aynaya yeterince bakarsanız kimseyi yargılamazsınız.' Hakan Günday
Hakan Günday eserlerini okuyan birileri bundan ilham alıp resim, şiir, öykü, roman, film... herhangi bir sanat dalında bir ürüne dönüştürünce Hakan Günday büyük büyük bir keyif alıyormuş. Sanatsal tatmin yaşıyormuş.
Kinyas ve Kayra romanının ilk cümlesi 'Asansör 4.katta durdu.' Yıllar sonra baktığı zaman, romanı yazdığı dönemi düşündüğü zaman kendini aşağı yukarı hareket eden kapıları olmayan bir asansörün içinde gibi hissettiğini fark etmiş. Romanları yazarken bulunduğu ruh hali oldukça önemli, görüyoruz ki (:
İyi bir yazar olmadığını düşünüyor. Hiçbir zaman tam olarak istediği gibi yazamayacağını anlamış. En iyi cümleyi yazmaya çalışıyormuş artık. 400 sayfa kötü yazsa da sadece 1 sayfa iyi yazsa, o bile yetiyormuş.
En sevdiğim benzetmesi, küçük yaşlarda belli bir birikime sahip olmadan kaliteli hatta kült metinleri okumak klasik müzik dinleyemeye benzer. Enstrümanların adını bilmiyorsundur, dönemi bilmiyorsundur, hangi senfoni hangi parça, hangi tarz... Ama dinlersin, sana bir şeyler katar. Geliştirir, ilham verir, keyiflendirebilir de...
Nebil Özgentürk televizyoncu, belgeselci, yazar. Adanalı. Yüzlerce yazlık sinemanın olduğu bir başka kent daha yoktu diyor Adana için. 1960 doğumlu. 60lar 70ler 80ler hep biliyor Adana'yı, Adana'ya dairi. İlk Altın Koza Film Şenliğini'de hatırlıyor, 1969.
Adana neden sinemacı ve romancı açısından bu kadar bereketli? Toprak bereketli, insan hırsı çekiyor, toprak kavgaları oluyor ve acılar çekiliyor. Bir de bunları kaleme alan insanlar var. Şöyle başlayayım hatta. Abidin Dino, Adana'ya sürgün gelir. Dedesi Abidin Paşa'nın da bir dönem görev yaptığı şehre. Burada Orhan Kemal ve Yaşar Kemal'i etkiler. Zaten yetenekli insanlar tabii ki de ama İstanbul'a geçmelerinde Abidin Dino etkili olur. İstanbul'a geçerler ve daha çok tanınırlar. Ardından Yılmaz Güney Yaşar Kemal'den etkilenir. İstanbul kapıları Yılmaz Güney'e de açılır.
Yılmaz Güney, içinden nehir geçen, pamuk tarlaları olan yaşadığı, çalıştığı şehri ve bu şehrin insanlarını pek sever ve onları anlatır filmlerinde.
Adana, ülke içinde ayrı bir film cumhuriyeti haline gelir. Adana, Türkan istiyor Filiz istiyor denir hatta.
Adana halkı, otelcileri de kucak açar sinemacılara. Filmler çekilir art arda. Adanalıların ilk filmi Alageyik imiş.
Bir şeyden bahsetti Nebil Özgentürk. Beni çok etkiledi. Orhan Kemal, oğlu Işık (Öğütçü) için bisiklet alamayacak kadar yoksul oldukları bir zamanda intihar etmeyi düşünmüş. Ama yapmamış. Parasız kaldıkları çok zaman olmuş. Kendini çocuklarına karşı çok kötü hissettiği zamanlar olmuş. Şimdiyse, Orhan Kemal eserleri sinemaya, televizyona uyarlanıyor ve telif hakları falan derken eskiden Orhan Kemal'in eline geçmeyen paralar misliyle geçiyor çocukların eline. Acı bir gerçek...
Nebil Özgentürk, umutsuzluktan umut yaratmalıyız, diyerek bitiriyor konuşmasını.
Güzel bir paneldi.
***